Bakış Açısı

Bakış Açısı

Profesör derse girer ve
“Çocuklarım, size anlatacağım olayı dikkatlice dinlemenizi
ve yorum yapmanızı istiyorum” der.

Anlatmaya başlar.
“Hastamız ne konuşuyor,
ne de denileni anlıyor,
saatlerce anlaşılmaz şeyler geveliyor…
zaman ve kişi kavramı yok.

Son altı aydır, onun yanındayım.
Ne görünüşü için bir çaba sarfediyor,
ne de bakım yapılırken yardımcı oluyor…

Onu, hep başkaları besliyor,
yıkıyor ve giydiriyor.
Dişleri bile yok!
Yiyeceklerinin püre haline getirilmesi gerekiyor.

Gömleği, salyalarından dolayı sürekli leke içinde.
Yürümüyor!

Uykusu düzensiz,
gece yarısı uyanıp, çığlıklarla herkesi uyandırıyor…

Ama çoğu zaman
mutlu ve sevecen.
Fakat bazen ortada bir sebep yokken sinirleniyor.
Biri gelip onu yatıştırana kadar
feryat figan bağırıyor.”

Profesör, sınıfa döner:
“Böyle birinin bakımını üstlenmek ister misiniz?”
diye sorar.

Öğrenciler, hep bir ağızdan
“HAYIR”
diye bağırır…

Profesör:
“bu işi büyük bir zevkle yaptığını onların da yapması gerektiğini”
söyleyince, öğrenciler şaşırır.

Daha sonra profesör, hastasının fotoğrafını sınıfta dolaştırmaya başlar.

Fotoğraftaki,
doktorun altı aylık kızıdır.

Eklenme: 28-02-2007
Kategori: Genel Hikayeler
Yazan: iSLAMKENT
Hit: 3501

Published in: on Mayıs 19, 2008 at 9:41 pm  Yorum Yapın  

Eşarp modası ve Alman kadını

Eşarp modası ve Alman kadını Yazdır Arkadaşına gönder
Medya Makale
Salı, 13 Mayıs 2008
trban2_copy.jpg  

 

Sanki ruj pazarlıyorlar. Çilek kokulu, portakal kokulu eşarplar. İşportacılar tesettüre el atınca ortaya komik ve seviyesiz tesettür defileleri çıkmakta. Milli Gazete Köşe yazarı Mine Alpay Gün isyan etti.

 

Eşarp modası ve Alman kadını

Sanki ruj pazarlıyorlar. Çilek kokulu, portakal kokulu eşarplar. İşportacılar  tesettüre el atınca ortaya komik ve seviyesiz tesettür defileleri çıkmakta.

Örtü bir anda “dış giysi”, “ iç giysi” gibi algılanıp, kavramsal olarak içi boşaltılıp bir “ baş çamaşırı” gibi işportaya düşüyor:

En naylonu, su geçirmezi, ütü istemeyeni, çikolata kokulu eşarp burada ilanları her geçen gün kültürel bağlamda yaşadığımız gerileme serüvenini biraz daha anlatmakta.

Ucuz Çin mallarının istila ettiği çarşı pazarı bu kez içi boşaltılmış bir tesettür kavramı da işgal etmekte.

Keşke, örtü siyasidir diyenler haklı çıksa idi.

Keşke Türkiye kadınının pek çoğu İslamcı olduğu için taksa idi.

Ya da samimi dindarlar ve günün modasına takılanlar ayrımına varabilse idi her meraklı göz.

Oysa yok böyle bir şey.

Filistinli başı örtülü gerilla Leyla Halid’in yurdunun özgürlük direnişine yaptığı katkıyı kim umursar ki buralarda.

Hele okumayan, magazinle beslenen, arabesk dinleyen kızların başlarında limon kokulu eşarplarına uygun rujları gördükçe.

Geçenlerde bir arkadaşım, “Ortalıktaki bu kadar lümpen örtülüye tahammül edemiyorum, eğer Allah’ın emri olmasa idi, şu örtüyü başımdan çıkarırım” dedi, hiç şaşırmadım.

Gelecek nesillere örnek yine Anadolu kadınında.

Erzurum’ un ihramını, Rize’nin keşanını, özgün Konya atkılı şalvarını bir kez daha saygı ile selamlıyorum. Çok uzaklara bile gitmeyin.

 Evrensel kadın örtüsünün ne olduğunu anlamak için Ayasofya’ya gidip mozaiklerde 1500 yıldır sizi hüzünle seyreden Hz. Meryem’ in tesettürüne bir bakın.

Asaleti fark edin.

Bugün kimilerinin işine gelmeyip “kara çarşaflı” diye burun büktüğü kıyafeti onurla taşımakta Meryemana.

Son günlerde Hilmi Ziya Ülken’in bir kitabını okuyorum: İnsan Meddücezri serisinden “Yarım Adam”.1941 yılında basılmış nüshası elimdeki.

Roman 1919 sonbaharı ile başlar.

Almanya’dan dönen genç adama, yakın çevresindekiler sorular sorarlar.

Romanın kahramanı soruyu soran kadının mübalağalı giyinişine bakar:

“Kıyafetleri göze çarpacak kadar sadedir. O başkalarından çok kendi için giyinmeyi tercih eder. Bazı hanımlarımız gibi, onun başlı başına bir elbise derdi yoktur”. Fakat alayla karşılaşır:

– Desenize, bu kadınlar süslenmesini bilmiyor.

– Hayır! İyi ve güzel yaşayabilmek için, bu işleri en az üzücü hale getiriyorlar.

– Bence kibar kadın, herhalde iyi giyinmesini bilmeli.

– Şüphe yok! Kimseyi itham etmemek için, size yakınımdan bir misal getireyim:

Akrabamdan birinde misafirdim. Bir kır eğlencesine hazırlanıyorduk. Ev sahibi hanımın yeni kostümleri henüz terziden gelmişti. Hanım, pembe çiçekli ince bir kumaştan yapılmış bu yazlık fantezi elbisenin kendine çok yakıştığından, oldukça neşeli ve mağrur görünüyordu. Hepimiz giyinmiş onu bekliyorduk.

O bizden evvel başladığı halde, tam çıkacağımız sırada birden geri döndü; ayna karşısında hırçınlaşarak soyunmaya kalktı. Başörtü ve maşlahın bu renge uymadığı bahanesile eski esvaplarından birini giymek istedi. Fakat artık bir kere iş çileden çıkmıştı. Bütün dolap boşalarak, sinir buhranı içinde hepsi birer defa tecrübe edildi. Boş yere bu kadar üzüldüğünü bize göstermekten utandığı için, odasına kapanıp hüngür hüngür ağladığı, kocasile içeride adeta uzun ve harab edici münakaşalara girdiği şüphesiz misafirlerden kimsenin gözünden kaçmamıştı… Ama Alman kadını fikir kadınıdır… En basit bir aile de kızlarına tam insani kültür vermeye çalışıyor. Bulunduğum pansiyonun oda hizmetçisi lise mezunu bir kızdı. Bana Wagner’den bahsediyordu.”

Bizde de hizmetçi değil, zenginlerin bile kitap okumadığı bir düzlemde artık başı açık ya da kapalı hep birlikte düşmüşüz bir kıyafet derdine, okumamaya yemin etmişiz.

Kimi bluzuna uygun oje seçerken, kimi de eşarbına uygun ruj sürmekte; biraz daha birbirimize benzeyerek yaşayıp gidiyoruz işte.

Alman kadını, Hilmi Ziya Ülken’in gördüğü yıllardan yaklaşık yüz yıl sonra hâlâ kafasını kaldırmadan kitap okuyor. İşte aramızdaki en büyük fark bu.

Haber5

Published in: on Mayıs 13, 2008 at 7:33 pm  Yorum Yapın