AKP’nin Büyük Hataları

AKP’nin Büyük Hataları Yazdır Arkadaşına gönder
Medya Makale
Cuma, 11 Nisan 2008
mehmet_evket_eygi.jpg  

 

SİYASET alanında genellikle zalimler kadar mazlumların da suçları olur

SİYASET alanında genellikle zalimler kadar mazlumların da suçları olur. 27 Mayıs 1960 darbesiyle tepetaklak edilen Demokrat Parti’yi düşünelim. Evet, o zâlim darbenin mazlumuydu ama kendisinin de on senelik iktidarı esnasında çok zulümleri olmuştu. Demokrat Parti’nin/Adnan Menderes’in başlıca hatâları, zulümleri nelerdi?

1. İleride kendisinin başını yiyecek olan antidemokratik zulüm kanunlarını, meselâ Ceza Kanununun şu meşhur giyotini 163’üncü maddeyi elinde imkan varken kaldırmamıştı.

2. Dönme Ahmed Emin Yalman’ın Malatya’da vurulmasını bahane ederek, yurt genelinde Müslümanlara karşı bir terör fırtınası estirmiş; Necip Fazıl ve Cevat Rıfat başta olmak üzere nice suçsuz Müslüman yazarı hapislerde süründürtmüştü.

3. Milliyetçiler derneğini kapattırmış, hepsi inançlı Müslüman olan temiz gençlik yığınını teşkilatsız bırakmıştı.

4. Mason üstadı Ahmet Salih Korur’u Başbakanlık müsteşarı mevkiine oturtarak ülke idaresinin dizginlerini onun eline vermişti.

5. Meşhur Celal Ökten Hoca, İngilizce Arapça tedrisat yapacak bir kolej açmak istemiş, ona izin vermemişti.

6. Bediüzzaman’ı ve Nurculuk hareketini bir yandan korur gibi görünmüş, öbür taraftan ağır bir baskı altında tutmuştu.

7. Müslüman halk kitlesini bir oy deposu olarak görmüş, onlara karşı popülist bir siyaset takip ederek hoş görünmeye çalışmış, lakin teşkilatlanmalarına, güçlenmelerine izin vermemişti.

8. Merhum Tevfik İleri’nin Maarifte (Millî Eğitim) başlattığı olumlu ve hayırlı çalışmaları durdurtmuştu.

9. Menderes kabinelerinde her zaman birkaç Sabataycı bakan bulunmuştur.

10. Dinî hizmet ve faaliyetleri, 1960’ların son yıllarında radyolardan avaz avaz mevlit okutma seviyesine indirmiş, Müslümanların bilgi, kültür, aksiyon, sanat konusunda gelişmelerine, güçlenmelerine, vasıflı olmalarına yönelik hareketlere ve çalışmalara izin vermemişti.

Tarih tekerrürden ibarettir diyorlar. Bir bakıma çok doğrudur. Bugünkü iktidar partisi, eski Demokrat Parti’nin başına gelenlerden hiç ibret almamışa benziyor.

Son hadiselerde AKP en az yüzde 51 kabahatli ve sorumludur.

Seçimlerde yüzde 47 oy alınca birileri zafer sarhoşluğu içinde kendilerini bekleyen tehlikeleri görememiştir.

Böyle yüksek bir oyla iktidar olur olmaz ilk yapılacak iş tedbir almaktı. Ne gibi tedbirler alınabilirdi?

A. En kısa zamanda tek adaylı dar bölge sistemine geçilir ve halkın çok güçlü, çok vasıflı, çok etkili vekilleri bir dahaki seçimde Meclis’e göndermesinin yolunu açabilirdi. Bunu yapmamıştır. Sebebi: Oportünizm…

B. Ülkenin en vasıflı, en muktedir, en ehliyetli, en tok sözlü, en eğilip bükülmez, en geniş ufuklu, en ileri görüşlü aydınlarının danışman olarak seçilmesi ve onların uyarılarına, raporlarına uyulması gerekirdi.

C. Kokuşmanın samimî olarak mutlaka önlenmesi gerekirdi. İhalelere fesat karıştırılmayacak… Devlet ve Belediye bütçeleri hortumlanmayacak… Nepotizm kapıları kapatılacak yani akraba, yakın dost, hemşehri, asker arkadaşı vs tayinleri yapılmayacak, işlerin başına mutlaka ehil ve layık adamlar getirilecek.

Ç. Bir iktidar için en büyük tehlike yağcılardan, yalakalardan, dalkavuklardan, kemik kapmak isteyen köpeklerden gelir. Bunların kesinlikle yaklaştırılmaması gerekirdi.

İnancı olan vatandaşlar için yazıyorum: Şu husus hiç unutulmamalıdır: Yüce Allah bazen bir zalimi başka bir zalim ile cezalandırır.

İslâm dininin ve ahlâkının birtakım temel değerleri, ilkeleri ve hükümleri vardır. En önemlilerini sayayım: (a) Emanetlerin ehline verilmesi, nâ-ehil olanlara verilmemesi. (b) Kesinlikle ribadan uzak durulması. (c) Doğrudan doğruya ve dolaylı olarak haram yenilmemesi. (ç) İyiliğin desteklenmesi, kötülüğün kösteklenmesi. (d) Riyaset ve iktidar ihtiraslarından kaçınılması. (e) İsraf ve tebzir (savurganlık) yapılmaması, lüks ve gösteriş tuzağına düşülmemesi. (f) Her hâl ü kârda doğruluktan, dürüstlükten, istikametten şaşılmaması. Bunlara uymayanlar zâlim olurlar.

Türkiye nereye gitmektedir?

Bugünkü buhranın temelleri 1600’lü yıllara kadar uzanır. Daha o zamanlar, merhum Sokollu Mehmed Paşa’nın şehid edilmesinden sonra devletin temellerinde ve ana duvarlarında çatlaklıklar olmaya başlamıştı.

Tanzimat fermanı zaten bozulmuş olan Osmanlı düzenini iyice bozdu.

Jön Türklerin, İttihadçıların, Sabataycıların gerçekleştirdiği 1908 İkinci Meşrutiyet hareketi bütün kötülüklerin üzerine tüy dikti.

Yakın tarihimizde büyük cinayetler işlendi.

Türkiye’yi ayakta tutan, Türkiye’nin güç kaynağını oluşturan İslâm’a cephe alındı.

İslâm uleması ve hükeması (bilgeleri) şu temel kuralı koymuşlardır: Âdil bir küfür devleti ayakta durur, zâlim bir İslâm devleti yıkılmaya mahkumdur.

Bundan beş yıl kadar önce, Büyük Millet Meclisi Başkanı Bülent Arınç beyefendiyi ziyarete gitmiştim. Kendisini takdir eder, severim. Hesabı kitabı, malı mülkü temiz bir politikacıdır. Yüce İslâm dinini hiçbir zaman dünyaya, şahsî emellerine ve nüfuzuna alet etmemiştir. Hediye olarak ona orijinal bir hat levhası götürmüştüm. Üzerinde “HİÇ” yazılıydı. Müşarünileyh bana sormuştu: Bu ne mânaya geliyor? Şu mealde bir cevap vermiştim: Bu dünya, onun makam, mevki ve reislikleri, ünler, şanlar, şerefler, mallar mülkler hep birer hiçtir, bugün vardır, yarın yoktur…

Türkiye’yi Bekleyen Tehlikeler

1. Can güvenliğimiz tehlikededir.

2. Mal güvenliğimiz tehlikededir. Mal denilince sadece menkul veya gayr-i menkul (taşınır veya taşınmaz) mallar anlaşılmasın. Para da bir maldır. Bir kriz sonucunda Türkiye’nin iktisadı, finansı, ticareti, sanayii tepetaklak olacaktır.

3. Hürriyetlerimiz tehlikededir. Düşünce hürriyeti, inanç hürriyeti, tenkit hürriyeti, farklı düşünme hürriyeti ve öteki hürriyetler.

4. Temel insan hakları tehlikededir.

5. Küçük bir azınlık, ant-i demokratik metotlarla ülkeye, devlete, millete el koymaya hazırlanmaktadır.

6. Ellerine fırsat geçerse yapmayacakları zulüm ve haksızlık yoktur.

7. Resmî ideolojiye inanmayan ve bağlanmayanlara hayatı zindan edeceklerdir.

8. Türkiye’yi 70 yıl öncesine götürmek isteyeceklerdir.

9. Âdil mahkemeler tarafından âdil kanunlarla âdil bir şekilde muhakeme edilerek suçlu olduğu kesinlikle anlaşılmış kimseler dışında herkese suçsuz olarak bakılacaktır prensibi rafa kaldırılacak ve dindar/muhafazakâr halka ve muhaliflere potansiyel suçlu muamelesi yapılacaktır.

10. Dünyanın bütün medenî ülkelerinin üniversitelerinde serbest olan başörtüsüne yeni radikal yasaklamalar getirilecektir. Camiler, ezanlar, ibadet hürriyeti bile tehlikeye girecektir,

11. Türkiye bir tür Küba, Kuzey Kore, Enver Hoca’nın eski Arnavutluk’u haline getirilecektir.

12. Milyonlarca vatandaş korku, endişe içinde yaşayacaktır,

13. Yakın tarihimizin tartışılması büsbütün imkansız hale gelecek, herkes resmî tarihi din gibi benimsemeye zorlanacaktır.

14. Ülke büyük bir hapishaneye ve tımarhaneye döndürülecektir,

15. Büyük sayıda gazeteci, din adamı, düşünür, sofu hapse atılacaktır.

Daha yazmak istemiyorum. Herkes bu ihtimalleri düşünsün. Halkın oylarını alan birileri uzun yılları gaflet, rehavet, zafer sarhoşluğu, ihmal ile ziyan etmiştir. Alınması gereken tedbirler alınmamıştır. Önemli işlerin, (şayet imkanlar müsaitse) “an bile kaybedilmeden” yapılmaları gerekirdi. Nice önemli ve hayatî konuda iplere un serilerek nur topu günlerin kanına girilmiştir.

Bakalım bundan sonra neler olacak?..

DİKKAT. Tahrikler/provokasyonlar yapılabilir. Bu tuzaklara düşülmemelidir. En ufak fitne ve fesattan kaçınılmalıdır. Hakaretten, şiddetten, kanunsuzluktan uzak durulmalıdır. Yasal sınırların dışına çıkılmamalıdır. İç barışı ve toplumsal uzlaşmayı zedeleyebilecek hareketlerden, davranışlardan bucak bucak kaçılmalıdır. Vatandaşlık vazifeleri hassasiyetle yerine getirilmelidir. Sabır, teenni ve itidal ile hareket edilmelidir. Bulanık sularda balık avlayıp voli vurmak isteyen maceraperestlere, arivistlere, anarşistlere ve din sömürücülerine fırsat ve imkân verilmemelidir. Cenab-ı Hak devletimizi, vatanımızı, halkımızı ve ordumuzu korusun.

(Birilerine: “Olmaz olmaz” diyordunuz. Pekala olabiliyormuş. Meğerse siz ne kadar kısa görüşlü imişsiniz!..)

Milligazete 

Published in: on Nisan 13, 2008 at 5:33 pm  Yorum Yapın  

Çünkü Millî Görüş gerçekten Millî Görüştü.

necmetin_1.jpg  

 

Çünkü Millî Görüş gerçekten Millî Görüştü. Bağımsızlık iddiaları ve Kıbrısta millî talepleri vardı. 

En son grup konuşmasında Deniz Baykal, Refah’ın neden AB nezdinde AKP kadar ilgi görmediğini sorarak cevabını kendi verdi:

“Çünkü Millî Görüş gerçekten Millî Görüş’tü. Bağımsızlık iddiaları ve Kıbrıs’ta millî talepleri vardı.”

Bunu o gece veya birkaç gece sonra bir basın kulübü toplantısında da aynen böyle söyledi.

Daha önceki yazılarımdan birinde Prof. Manisalı’nın, Mümtaz Soysal’ın, Turgut Kazan’ın da aynı görüşleri üç aşağı beş yukarı dile getirdiğini yazmıştım. Doç. Hasan Ünal’ın da Millî Gazete’de bu anlamda bir makalesi çıktı. TOB Başkanı Sinan Aygün, son bir toplantıda bunu dile getirecekti, izin vermediler, laf bölündü.

İnsan üzülüyor. Bir tek “dindar” gazete, bile Sayın Erbakan, Refah veya Millî Görüş hakkında vefakârca yazılar yazmıyor, bu kesimin öncüleri de böyle bir vefayı dile getirmiyorlar.

Ben bunu “merkezileşmek” olarak yorumluyorum. Merkezileşmek defile seyretmek veya AB ileri gelenlerini Türkiye’ye çağırıp Meclis’te destek konuşması yaptırmakla olmuyor. Türkiye’nin kendi düşünce ve siyaset adamlarının, millî bir vefa ile dile getirdiği bu gerçeklerin yaygınlaşmasıyla olacak inşaallah!

İsrail askerleri tanklar ve buldozerlerle yeniden Gazze şeridine girdi. Belçika’da tutuklu 37 PKK’lı ortadan kayboldu. Bunlar Ardenler’de silahlı eğitim yapıyorlarmış.

Tayland’da 54 göçmen, bir konteynerin içinde, havasızlıktan boğularak öldü.

Kuveyt Emiri’nin oğlu tatil için Bodrum’a geldi.

Türkiye’de vergi sistemi alt üst oldu. Eskiden gelirden vergi alınırdı, şimdi tüketiciden alınıyor. Ayrıca İstanbullulardan da İstanbul’un kültür başkenti olacağı sebebiyle vergi alınıyor.

Barosso, Fener Patrikhanesi’ne gitti.

Irak’ta toplu mezarlar bulundu.

Ali Babacan, “demokrasinin kalitesinden” bahsetti. Peki Hamas’ın demokrasi kalitesi ölçüldü mü?

Yeni sosyal güvenlik yasasında kadınların emzirme, evlenme, emeklilik haklarında indirimler yapılırken AKP’li kadın milletvekilleri kadın-erkek eşitliği komisyonu kurdu.

Emzirme yardımı neden altı aydan bir aya indirildi? Böylece demokrasinin iş güvenliği ile kalitesinde nasıl bir düşüş oldu. Avrupa ülkelerinde çok yüksek olan bu bütçeler, neden bizde IMF’nin taleplerine uyularak indirildi ve buna “kara delik” teşhisi konuldu.

Ahmet Hakan’ı telefonla tehdit eden Gülen soyadlı avukat “Görürsün o zaman neler patlar” dediği halde, neden Ergenekon kapsamında muameleye tâbi tutulmadı?

Barroso’nun Türk Parlamentosu’nda yaptığı konuşmada paragraf başlıkları:

“AB buna kayıtsız kalamaz.”

“Normal demokratik ülkelerde böyle uygulama olmaz.”

Barroso bu durumda Avusturya’daki Heider seçimlerini ve İspanya’daki Batasuno Partisi’nin nasıl ortadan kaldırıldığını açıklamalıdır? Heider hükümete girecekken bertaraf edildi.

“Kıbrıs’ta limanlar açılmalı.”

“Askeri değil ekonomik çözüm istiyoruz.”

Bunlar Türk Parlamentosu’nda taraf tutularak söylenecek laflar mıdır?

İktidarda Refah olsa Barroso Meclis’e girebilir ve böyle konuşabilir miydi?

Şimdi herkesin son günlerde sorduğu bir soruyu Barroso’ya yönelteceğim:

Barroso sen kimsin?
Yarına devam edeceğim inşaallah!

 

Afet Ilgaz / Milli Gazete 

 

Published in: on Nisan 13, 2008 at 5:29 pm  Yorum Yapın  

Nihat Genç(Boyundan Posundan Utansın)

Published in: on Nisan 13, 2008 at 5:17 pm  Yorum Yapın  

İnsanlık yenilmesin!

Nuray Mert İnsanlık yenilmesin! 

Nuray Mert

13/03/2008 (4866 kişi okudu)

‘Irak işgalinin üzerinden beş yıl geçti. Dile kolay, tam beş yıl.’
Barış ve Adalet Koalisyonu’nun (BAK) salı günü yaptığı basın açıklaması metni böyle başlıyordu. ‘Dile kolay’, Türkçe’nin en anlamlı, en içli, en ‘uyarıcı’ deyimlerinden biri. İşgal, savaş, çatışma deyip geçtiğimiz, deyip geçtikçe kanıksadığımız, kanıksamayıp itiraz dahi etsek, gerisinde yaşananları, yaşananların vahametini yine de bir şekilde ve kaçınılmaz olarak hafifsediğimiz şeyleri, hatırlamakta, hatırlatmakta fayda var.
Dahası ve işin acısı, Irak işgalini hatırlamak, hatırlatmak dile bile kolay değil. Beş yıl boyunca, BAK olarak, olanları sözle olsun hatırlamak, kınamak, itiraz etmek için gösterdiğimiz bunca çabaya rağmen, ‘kolay’ olan bile bunca zora girdi. Basın açıklamaları, savaş karşıtı toplantı ve gösteriler, basında, medyada yer bulmakta zorlandı. Bunun nedeni, sıradan bir sansür mekanizması da değil, vicdanların körleşmesi, körlüğün sansürü. Yanı başımızda olanlar, ölenler, herhangi bir magazin olayı kadar ilgimizi çekmiyor. Hiç kuşkunuz olmasın, bu kayıtsızlığın vebali hepimizin üzerinde olacak. Komşusu açken tok yatmanın yadırgandığı bir kültürle boşuna övünmek nafile, komşumuz ölürken, tok yatan, tok yatmanın peşine düşen, dünya yansa bir kalbur samanı yanmasın derdinde, tüketim kredisi hesabı yapan bir toplum olmanın utancını çocuklarımız hissedecek Dahası, sadece biz değil, tüm insanlık içine girdiği bu çılgınlıktan yenik çıkacak. Bundan kuşkunuz olmasın.
“Değerli basın mensupları, ölen insan sayısını bir kez daha, üstüne basa basa söylemek istiyorum:
1 MİLYONDAN FAZLA İNSAN! Adana şehrimizin nüfusunun yok olduğunu, öldürüldüğünü düşünün!
Çoğu çocuk, 1 milyondan fazla insan.
Çoğu kadın, çoğu yaşlı ve hepsi yoksul 1 milyon insan!
Artık tüm dünya biliyor ki ABD, Irak’ta ne teröre karşı mücadele ediyor ne de demokrasi ve özgürlükler için.
ABD, Irak’ta petrol için savaşıyor, şirket kârları için savaşıyor, enerji kaynaklarını denetlemek için savaşıyor, dünya hegemonyası için savaşıyor. Bu yüzden, 1 milyondan daha fazla insanı öldürürken, Irak petrollerini BP ve Shell gibi petrol devlerine 30 yıllığına kiralama yasasını çıkarıyor.
ABD beş yıldır Irak’ta insanlığın bildiği tüm insanlık ve savaş suçlarını işledi ve işlemeye devam ediyor
ABD, Irak’ı işgal ettiğinden beri, neo-con’ların iddia ettiği gibi dünya daha güvenli bir yer haline gelmedi. Küresel savaş karşıtı hareketin yıllardır söylediği gibi, işgal politikaları dünyayı çok daha güvensiz bir yer yaptı.
ABD’nin Afganistan ve Irak işgalleri, İsrail’in Lübnan’ı ve Filistin’i bombalaması, Türkiye’nin Kuzey Irak’a harekât ya da operasyonlar yapması.. bu politikalar güvensizliği gidermez. Tam tersine küresel güvensizliğin nedenidir.
Irak işgalinin beş yıllık maliyetinin milyarlarca dolar olduğunu biliyoruz. Bu kaynaklar dünyadaki açlığın, sağlık hizmetlerindeki, eğitim alanındaki eksikliklerin giderilmesine harcansaydı, eşitlik ve adalet için kullanılsaydı dünya çok daha güvenli bir yer olurdu.
Bizler, tüm dünyadaki, savaş karşıtları beş yıldır mücadele ediyoruz.
Beş yıldır ‘Savaşa hayır!’ diyoruz.
Çünkü, işgale maruz kalan halkların bu dayanışmaya ihtiyacı var.
Çünkü, halklar arasında kardeşliğin korunması için bu sesin, ‘Barışın ve dayanışmanın sesi’nin çok daha güçlü bir biçimde haykırılmasına ihtiyaç var.”
Barış ve Adalet Koalisyonu’nun basın açıklaması böyle devam ediyor ve hepimizi 15 Mart Cumartesi günü, Kadıköy meydanında yapılacak toplantıya davet ediyor. Kayıtsızlığa, kanıksamaya, kafa karışıklığına, hele hafta sonu rehavetine yenik düşmeyelim. Yenik düşmeyenler ne kadar kalabalık olursa, umut o kadar çok olur.
Sesimizi çıkaralım, yaşanması bunca zor, vahim olanlar, dile bu kadar kolay olmasın. İşgalde bunca şehit veren insanlık, sonuçta toptan yenik düşmesin.

Published in: on Nisan 13, 2008 at 5:05 pm  Yorum Yapın  

Küçük Renkli Taş

Küçük Renkli Taş

 

KÜÇÜK BİR ÇOCUK. bir gün, kaybettiği oyuncaklarından birini ararken, evlerinin misafir odasında duran dolabın içine de bakması gerektiğini düşündü. Bu içi aynayla kaplı dolap, kendini bildi bileli orada dururdu. İçinde, bir yığın süs eşyası ve annesinin en sevdiği, kenarında kuş resimleri olan porselen tabaklar bulunurdu.

“Bunun içinde ne kadar da çok şey varmış” dedi, dolabın her iki kapağını da yanlara doğru açabildiği kadar açarken. En üst raf, kuşlu tabaklara aitti. Aradığı oyuncak orada olamazdı. Olsa da, zaten oraya uzanıp bakmasının imkânı yoktu.

En alt rafta ise, annesinin dediğine göre, büyük büyük babaannesinden kalma eski eşyalar vardı. “Bunlar çok kıymetli..” diye geçirdi içinden.

Orta rafta ise en kalabalık olanıydı. Anne ve babasının evlilik davetiyeleri, içinde hiç de lezzetliymiş gibi görünmeyen küçük beyaz şekerlerin bulunduğu bir kaç tüllü sepet, üzerinde Elif-Ba harfleriyle yazılar olan parlak bir levha, sapı kırılmış iki tane mavili çiçekli fincan, tahtadan yapılmış bir kutu, kutunun yanında kocaman bir deniz kulağı, deniz kulağının yanında ise küçük renkli bir taş parçası..

“A aa! Bu taş neden burda?” diye sordu küçük çocuk. “Annem bu sokak taşını, neden aynalı dolaba koymuş acaba?” En iyisi anneye sormaktı, taşı oradan alarak doğruca oturma odasında ki çiçekleri sulayan annesinin yanına koştu. Taşı annesine uzatarak:

“Anne, bu taşı neden aynalı dolaba koydun?” diye sordu.

Annesi, oğlunun elindeki taşı görünce önce biraz şaşırdı, sonra da çehresine yayılan tatlı bir tebessümle, “Onu nereden buldun sen. Gel de anlatayım sana o taşın hikâyesini” dedi.

Taşı çocuğun elinden alan anne, onu dudaklarına götürerek üzerine küçük bir buse kondurdu. Sonra da, iyice meraklanan küçüğü dizlerine oturtarak anlatmaya başladı:

“Yavrucuğum, sen henüz yürümeye başlamıştın. Ama, yaşıtların küçük küçük konuşmaya başladığı halde tek kelime bile etmiyordun. Babanla ben buna çok üzülüyorduk. “Acaba minik bebeğimizin bir konuşma problemi mi var?” diye endişe ediyorduk. Bir pazar sabahı, hep birlikte deniz kıyısına gittik. Sen, düşe kalka kumlarda oynuyordun. Arada bir sahile vuran dalgaların pıtır pıtır dağılan köpüklerine çıplak ayaklarınla basıp, neşeli çığlıklar atıyordun. Bir ara koşarak yanımıza geldin. Avucundaki şeyi bize göstererek, “Anne bak! Baba bak!” dedin. Bunlar senin ağzından duyduğumuz ilk sözcüklerdi. Bize gösterdiğin şey ise bu küçük, renkli taştı. Öyle sevinmiştik ki, ben o günün hatırası olarak, bu taşı eve getirdim ve sakladım.”

 

 

Published in: on Nisan 13, 2008 at 4:54 pm  Yorum Yapın  

Dua Ediyorum Öyleyse Varım

30 Eylül 2007 Pazar

Dua Ediyorum Öyleyse Varım

 

Dua Ediyorum Öyleyse Varım

KÜÇÜK ÇOCUKLARIN çok sevdiğim bir halleri vardır. Kendilerinde olmayan, ama çok istedikleri bir şeyi anlatmak için, o minicik ellerini birleştirir, omuzlarını büzer ve boş avuç içlerini uzatıp göstererek “yok” derler. Onların tertemiz dünyalarında, “yok”u anlatmanın en sade, en etkili ve en samimi şekli, boş avuç içlerini kaldırıp göstermektir. “Bak ellerim bomboş. Bak ellerimde hiçbir şey yok” demektir bu.

Hem kendi oğlumda, hem de başkaca çocuklarda şahit olduğum bu davranış, benim hep dikkatimi çekmiştir. Ne vakit, dua etmek için Rabbime ellerimi kaldırsam ve isteklerimi dile getirmeye başlasam, aklıma çocuklar gelir. Boş avuç içlerini göstere göstere “yok” diyen çocuklar… “Allah’ım” derim. “Rabbim! Bak ellerim bomboş. Ellerimde hiçbir şey yok. Ellerimde bir tek “yok” var. Ve ben, yoktan var ettiğin bu ellerle, Senin sonsuz keremine el açmaktayım. Çünkü ben de var yok; Sende yok yok.”

İşte bu hissiyatla, Üstad Bediüzzaman’ın “İnsan şu kâinat içinde nazik ve nazenin bir çocuğa benzer” ifadelerini hatırlarım. Elimde tek var olan “yok” ile, sonsuz kerem sahibi bir Rabbin dergahında dua ederken ve arzularımı O’na arz ederken, elimdeki “yok,” sahip olduğum en büyük hazine olur, anlarım. Zaafımdan büyük bir kuvvet, aczimden, büyük bir kudret, fakirliğimden zenginlik çıkar, görürüm.

Ve ellerimdeki yegane var olan “yok” ile geldiğim Rabbimin huzurunda, O’nun sonsuz hazinelerinden dilerken, Descartes’in o meşhur sözünden çok daha esaslı bir hakikatı, bütün kâinata duyurmak isterim: “Dua ediyorum, öyleyse varım!”

 

 

Published in: on Nisan 13, 2008 at 4:51 pm  Yorum Yapın  

Necmettin Erbakan(İslam birliğini kuralım)

Published in: on Nisan 13, 2008 at 4:29 pm  Yorum Yapın  

Necmettin Erbakan(Kıbrıs zaten bağımsız bir ülkedir)

Published in: on Nisan 13, 2008 at 4:26 pm  Yorum Yapın