Taksim Camii Niçin Yapılamadı?

Mehmet Şevket Eygi
Taksim Camii Niçin Yapılamadı?
Pazartesi, 29 Aralık 2008 05:14

MÜSLÜMANLAR iktidar oldular ama muktedir olamadılar. Muktedir olsaydılar Taksim’e çok güzel ve oldukça büyük bir cami ve İslâm kültür merkezi yaptırabilirdi. Birileri “Orası cumhuriyetçi laik bir meydandır, kesinlikle cami yapılamaz…” diye ter ter tepinip bağırıyor. Herhalde akıllarından zoru var. Taksim’de kubbeli kocaman bir kilise var da, niçin cami olamayacakmış? Kilise laikliğe aykırı değil de cami mi aykırı olacak?

Taksim camii bir semboldü. Müslümanlar bu sembolü yükseltemediler.

Taksim camii ve kültür merkezi niçin yapılamadı?

Dinsizlerin muhalefetinden dolayı mı? Hayır, yapılamaması sadece bu sebepten değil. Rivayet olarak işittiğim bazı hususları sizlere anlatsam kulaklarınıza inanamazsınız. Anlatamam, anlatmam doğru olmaz, fitne çıkar…

Karaköy’de, Adnan Menderes rejiminin yıktırttığı ve yeri boş duran Karamustafa Paşa Camii de pek âlâ aynen yeniden yaptırılabilirdi. Bu şirin ve sanatlı caminin projesini Sultan İkinci Abdülhamid Hân hazretlerinin ser-mimarı Raimondo D’Aranco, arnuvo üslubunda çizmiştir. Planları durmaktadır. Birkaç milyona bu iş halledilebilir. 1990’ların ikinci yarısında bu caminin tekrar yapılıp hizmete açılması için bir yazı yazmıştım; gayet iyi hatırlıyorum, Milliyet “Eygi Karaköy’de de cami yapılmasını istiyor” başlıklı provokatif bir haber yayınlamıştı.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin bir devlet kadar bütçesi var. Niçin bu konuda himmet edilmez, anlamak zor.

Cağaloğlu’nda, Valilik yakınında Hadım Hasan Paşa medresesi, çocukluğumdan, 1940’lı yıllardan beri harabe halinde duruyor. Bu viran ecdat eseri bizim için bir yüz karasıdır. Şimdiye kadar kaç kez yazdım, restorasyonuna hâlâ başlanmadı. Orada bir Roma, Bizans kalıntısı olsaydı çoktan müceddeden ihya edilirdi.

Yahut filan tarihte falan zat burada ayakkabılarını bağlamış olsaydı yine ihya edilirdi.

Lütfen ezberleyiniz. Cağaloğlu’nda Hadım Hasan Paşa medresesi acınacak, utanılacak bir şekilde harap vaziyette bekletiliyor…

Bu restorasyon işinden birileri rant yiyebilecek olsaydı, çoktan imar ve tamir edilmiş olurdu…

Hadım Hasan Paşa medresesi kıyıda köşede, arada, dar bir sokakta kalmış bir İslâm-Osmanlı eseri değildir. Ana caddededir. Vilayet yakınındadır.

Yine Adnan Menderes’in iktidarında (1950-60) yıktırılmış olan Fatma SultanCamii, Gümüşhanevî dergahı da ihya edilebilirdi ama edilmedi.

Bu camiyi İslâm düşmanları kasıtlı olarak yıktırdılar. Haziresindeki mezarlıklar da yok edildi. O cami ve dergah bir kâbetü’l-uşşak idi.

Yakın tarihimizde Müslümanların ellerine yüz milyarlarca dolar geçti; birkaç milyon dolar harcayıp bu sembol eserleri yapamadılar, yeniden ihya edemediler.

“Valilik yakınında Beşir Ağa Camii veVilayet Camii var, yeni bir camiye ihtiyaç yoktur…” Böyle bir bahane geçerli olamaz. Benim çocukluğumda bir milyonluk İstanbul’da 120 bin Rum vatandaş yaşıyordu. Onları kaçırdılar, iki bin Rum kaldı. Onların o kadar çok kilisesi, ayazması var ki, bekçi bulmakta zorluk çekiyorlar ama kendi eserlerini yine de yaşatıyor, ayakta tutuyorlar.

Tekrar ediyorum: Taksim camii bir semboldür…Fatma Sultan Camii, Gümüşhanevî dergahı bir semboldür…Karaköy’deki Karamustafa Paşa Camii bir semboldür… Bunlar yapılacak, restore edilecek, ayakta tutulacaktır.

Hangi Müslümanda para, imkan, fırsat varsa bu işleri bu hizmetleri yapmakla yükümlüdür.

Böyle işler ve hizmetler plansız programsız yapılamaz. Önce sur içinden başlanacak; ilk önce tamir, restore edilmesi, canlandırılması gereken kaç eser varsa listesi çıkartılacaktır. Sonra bunlar için para bulunacaktır. O para bol bol vardır. Eksik olan kültür ve vicdandır.

Vakıflar idaresinin bu hizmetleri yapması gerekir.

Onun yapamadığı hizmetleri İstanbul Büyükşehir Belediyesi deruhte etmelidir.

Bazı binaları hayrına büyük holdingler, zengin Müslümanlar restore ettirmelidir.

En Büyük Fitne: Mezhepsizlik…

MEZHEPSİZLERİN bazısı şöyle söylüyor: “Dört hak mezhep bölücülüktür. Mezhepler kalksın, Müslümanlar bir olsun…”

Gerçek tam tersinedir. Siz dört mezhebe yâni Hanefiliğe, Malikiliğe, Şafiiliğe, Hanbeliliğe mensup olup da tartışan, çekişen, kavga eden Müslümanlar gördünüz mü?Göremezsiniz. Çünkü fıkıh mezhepleri birleştiricidir. Usûl bakımından aralarında hiçbir esaslı farklılık yoktur.

Asıl fitne, fesat, çekişme, tepişme, zararlı ve yıkıcı ihtilâflar hep mezhepsizliktedir.

Her mezhepsizin kendi kafasına ve re’yine göre bir mezhebi vardır. Mezhepsizlik en büyük ihtilâf kaynağıdır.

Sünnilikle Şiiliğe gelince: Bu iki camianın kesinlikle tartışmaması, kavga etmemesi gerekir. Sadece iki tarafın alimleri müstesna. Onlar ilmî eserler yazarak tezlerinin doğru olduğunu savunabilirler. Halktan bir Sünnî ile bir Şiînin tartışması büyük fitneye sebebiyet verir.

Zaten aslında Şiîlerle tartışmanın imkânı yoktur. Çünkü onlarda taqiyye prensibi vardır. Kitaplarında “Taqiyye ve kitman bizim dinimizdir” diye yazılıdır. Bu durumda nasıl tartışacaksınız?

İslâm Ümmeti için büyük felâketlerden biri de Müslüman halkın dinî konularda birbirleriyle çatışmaları ve çekişmeleridir.

Bu verimsiz, zararlı, yıkıcı, güçten düşürücü, anarşi ve kaos getirici çatışmalar ve çekişmeler aramıza, Abdullah ibni Sebe’nin torunları ve takipçileri tarafından sokulmuştur.

İslâmî kesimde şu anda köpek sürüsü kadar casus, ajan, provokatör, yönlendirici, iki dinli bulunmaktadır. Her cemaatin, her tarikatın, her grubun içine sızmışlardır. İşleri güçleri Müslümanları birbirine düşürmek, kavga ve fitne çıkartmaktır.

Şiî kardeşlerimizin bu oyunlara gelmemeleri lazımdır. Şiîlikle Sünnîlik arasında dinî bakımdan uzlaşma olmaz. Herkesin mezhebi kendine olsun, kesinlikle tartışma ve çekişme yapılmasın.

Bendeniz kardeş ve komşu İran’ı gezdim. Çok memnun kaldım, bahtiyar oldum. Kadınlar tesettürlü, suç az, güvenlik ve asayiş var… Hayat ucuz… İran’da, kalacak bir yeriniz varsa ayda 300 dolara paşa gibi yaşanır. Bizde öyle mi?

İran medyasında ahlâksızlık, müstehcenlik, fitne ve fesat yok.

Benzinin litresi 30 kuruş.

Tabiî ki, turistlere mahsus lüks lokantalarda yemek yenilirse 300 dolara geçinilmez ama orta halli halk gibi yaşarsanız, gerçekten paşalar gibi yaşarsınız.

Osmanlı devleti ile Safevi İran yüzyıllar boyunca verimsiz savaşlarla birbirlerini yiyip bitirdiler. Artık Şiîlerle Sünnîler barış içinde, dostluk içinde, anlayış içinde yaşamalıdır. Bunun için de tartışmayı ve çekişmeyi bırakmalıdırlar.

Türkiye’yi, başta Alevîler olmak üzere Şiî mezhebine sokmak ham bir hayaldir. Böyle bir şeyin imkânı yoktur.

İran’da Sünnîlere baskı yapılıyor mu? Maalesef yapılıyor. Bu üzücü durumu bizzat İranlı Şiîlerin halletmeleri gerekir.

Türkiye’deki bütün Ehl-i Sünnet Müslümanları, fıkha ve mezhebe sımsıkı bağlanmaları hususunda tekrar teşvik ediyorum, uyarıyorum. Mezhepsizlikten hayır gelmez.

Sünnî olsun, Şiî olsun bütün iman kardeşlerime selâm ve hürmetlerimi sunarım. Allah bizi fitnelerden, fesatlardan, kardeşliği bozan çekişmelerden muhafaza buyursun.

(Not: Şehvetlerini tatmin için, kimseye haber vermeden, kendi aralarında mut’a nikahıyla evlenen birkaç mezhepsiz Sünnî kökenli genç, sakın Şiî kardeşlerimizi ümitlendirmesin. Öylelerinden ne Sünnîliğe, ne Şiîliğe bir fayda gelir…)

MİLLİ GAZETE

 

Published in: on Ocak 1, 2009 at 10:26 pm  Yorum Yapın  

İsrail’e artık dur denilmeli

Edward Said
İsrail’e artık dur denilmeli
Çarşamba, 31 Aralık 2008 13:34

60 yıl önce Avrupa Yahudileri kolektif varlıklarının bitiş noktasına ulaşmıştı.

Naziler kendilerini gaz odalarında sistematik soykırıma tabi tutacak ölüm kamplarına taşıyan trenlere çiftlik hayvanları gibi sürmüştü. Yahudiler Polonya’da biraz direniş gösterdiler, ancak diğer yerlerde öncelikle sivil haklarının kaybıyla karşılaştılar, ardından toplum için temizlenmeleri gerekli düşmanlar olarak ilan edildiler.

O vakit bütün yönlerden dünyanın en zayıf insan topluluğuydular, ancak kendileriyle kıyas edilemeyecek derecede güçlü olan devlet ve ordu yönetimlerince gücünün sınırı olmayan gizli bir düşman olarak görüldüler. Sadece Yahudilerin Almanya, Fransa veya İtalya için tehlikeli olduğu düşüncesi oldukça saçma olsa da bu düşünce o vakitler öylesine yaygındı ki bütün Avrupa, küçük istisnaları hariç, Yahudilere yapılan katliamlara sırtını döndü. Ve acı tarihi ironiler arasında faşizmin çirkin literatüründe Yahudilerin genel betimlemesi ‘terörist’ idi. Tıpkı düşmanları tarafından Cezayirliler veya Vietnamlılar için de bu kelimenin kullanılması gibi.

Bütün insanlık felaketlerinin farklılıkları var ve bu yüzden bir felaketle diğeri arasında eşitlik kurmanın hiçbir anlamı yok. Fakat Yahudilerin yakılması ile ilgili kesin gerçek, sadece Yahudiler için değil, bütün vahşeti ve trajedisi ile bu toplu cezalara dünyanın hiçbir halkının tekrar maruz kalmamasını zorunlu kılmakta. Eşitlik kurmanın bir anlamı olmasa da bu felaketlerin boyutlarındaki farklılıklarla gizli benzerliklere ve karşılaştırılmalı yönlere göz atmak oldukça önemli.

Bu pencereden bakıldığında Yaser Arafat’ın konumunda Yahudilerin durumunu görmekteyiz. Hatalarla ve kötü yönetimleriyle dolu tarihini bir kenara bırakırsak onun Yahudilerin devletinden atılmış bir Yahudi olduğu hissi oluşmakta. İsrail ordusu tarafından Ramallah’taki yıkılmış karargâhındaki ablukaya alınmasında en büyük farklılık bu kuşatma-nın Yahudi halkını temsil ettiği iddia edilen deli bir liderin plan ve uygulamaları sonucu gelmesi.

Bu karşılaştırmada abartıya kaçmak istemiyorum, ancak İsrail’in işgali altındaki Filistinlilerin zayıflık yönünden geçen yüzyılın 40’lı yıllarındaki Avrupa Yahudilerine de benzedikleri bir gerçek. İsrail’in
-ABD’nin büyük miktardaki finansmanını ve donanımını destek almış- kara, hava ve deniz kuvvetleri Batı Şeria’da ve Gazze’de korunmaya muhtaç Filistinli sivillere yıkım salmakta. Filistinliler son 50 yılda milyonlarca evladının göçe mecbur bırakıldığı hakları gasp edilmiş bir halk olarak kalırken geriye kalanlar ise 35 yıldır topraklarını işgal etmeyi sürdüren silahlı Yahudi yerleşimcililerinin ve içlerinden binlercesini öldüren işgal ordusunun merhametine boyun eğmekteler. Ayrıca İsrail binlercesini cezaevlerine atmış, binlercesine yaşamayı haram kılmış, binlercesini bütün sivil ve insan haklarını ellerinden alarak ikinci kez mülteci konumuna sokmuştur.

Şaron’un iddiaları gerçekdışı

Bununla birlikte Şaron, İsrail’in ‘Filistin terörüne’ karşı ölüm kalım savaşı verdiğini söylemeyi sürdürüyor. Acaba ortada hiçbir koruyucusu olmayan savunmasız bir halka karşı uçaklar ve yüzlerce tank gönderirken Arapları öldürmek için yanıp tutuşan bu çılgının sözünden daha komiği var
mıdır? O öyle diyor: “Onlar teröristir ve yıkıntılarla kuşatılmış çökmek üzere olan bu binadaki mütevazı zindanında bulunan liderleri de en büyük terörist.”

Arafat bütün cesaretiyle ve mücadelesiyle direnişi sürdürüyor ve Filistin halkı da bütün gücüyle onu destekliyor. Her Filistinli, liderlerine yapılan bu alçaklığı, siyasi veya askeri hiçbir gerekçesi olmayan vahşi bir fiil olarak görerek derinden hissediyor. İsrail’in böyle davranma hakkı nereden geliyor?

Aslında şartlar korkunç sembolist boyutlara sahip. Daha da kötüsü Şaron, destekçileri ve suçlu ordusu ‘Yahudi İsrailliler güçlüdürler Filistinliler ise hakir görülmüş ve kovulmuşlardan başka bir şey değildir’ diyerek tamamen sembollerin söyledikleriyle ilgileniyorlar. Belki de Şaron’un şansı beraberinde dünyanın en korkak ve ikiyüzlü siyasetçisi Peres’in bulunması. İsrail’in Filistinlilerin yaşadığı zorlukları anladığını ve kuşatmaları en az acıyla atlatarak nasıl kapatma hazırlığında olduklarını açıklayarak dünyayı tavaf etmekte Peres. Oysa şartlarda hiçbir iyileşme yok. Aksine İsrail öldürme, imha ve dolaşım yasağı eylemlerini yoğunlaştırdı. Ardında da dünyadan insani yardımlar göndermelerini istemekte! Bu ikiyüzlü çağrı İsrail işgalinin harcamalarını ilgili
yardım kuruluşlarının üstlenmesi anlamına geliyor.

McCarthy’cilik hortladı

Siyonist örgütlerin dünyanın dört bir yanındaki halk gösterilerine yanıtı artan antisemitist yakınmalar şeklinde özetlenebilir. Birkaç gün önce Harward Üniversitesi Rektörü Lawrence Summers, bazı öğretim görevlilerinin İsrail’e askeri donanım satan şirketlerden üniversitenin yatırımlarını çekmesi için önderlik ettiği kampanyayı antisemitizm olarak değerlendiren açıklamayı yaptı. Kendisi Amerika’nın en ileri ve zengin üniversitesinin rektörlük makamını işgal eden bir Yahudi, ABD’de zikredilmeyi hak eden bir antisemitizimin olmamasına karşın ‘antisemitizm’i revaca taşıma’ suçlamasıyla Siyonizm’e ve destekçilerine eleştiriler yöneltiyor. Şu anda Amerika’da bir grup İsrailli akademisyen, İsrail’in insan hakları ihlallerine karşı konuşan üniversite öğretim görevlilerine karşı McCarthy usulü kampanyalar düzenlemekteler. Kampanyayı organize edenler hocalardan ve öğrencilerden Filistinlileri destekleyen meslektaşlarına ifade ve akademik özgürlüklerine ciddi şekilde gözdağı vermelerini istemekte.

Halk ayakta, Arap liderler sessiz

Bir başka ironi ise İsrail vahşetine yönelik protestoların -son örnek Arafat’ın Ramallah’taki gurur kırıcı izolasyonu- şu an kapsamlı bir halk hareketlenmesi şeklini almasıdır. Zira binlerce Filistinli kuşatma altındaki liderlerini savunmak için Gazze’de ve Batı Şeria’nın sayılı kentlerindeki sokağa çıkma yasağına meydan okudular. Ancak Arap liderleri sessiz kaldılar. Oysa onlar İsrail ile barış hazırlığında olduklarını açıklamışlar ama Şaron’dan artan tokatlardan başka bir şey alamamışlardı. Şaron aslında şöyle düşünüyor: “Araplar ancak güçten anlar. Biz şu an güçlüyüz ve -tıpkı geçmişte bize yapıldığı gibi- onlara hak ettikleri şekilde davranacağız.”

Uri Avnery doğru söylüyor: İsrailliler şu an Şaron’un da umduğu üzere Filistinlilerin isteklerinin de bitirilmesi için Arafat’ı basamak basamak öldürüyor. Bu, başkaları tarafından durdurulmadan önce tam bir soykırım sınırına gelen bir operasyon. Şaron kendisinin Irak’la savaş durumunda Irak’a intikam saldırılarında bulunacağını ifade ediyor ve hiç kuşkusuz bu Bush’un ve Rumsfeld’in layık olduğu kâbusları harekete geçiriyor. Şaron’un bir başka ‘rejim değiştirme’ girişimi 1982 yılında yaşanmıştı. O vakit Beşir El-Cemil cumhurbaşkanıydı. Fakat El-Cemil hemen Şaron’a Lübnan’ın

İsrail’e ebediyen tabi olmayacağını bildirdi. Ardından El-Cemil suikasta uğradı ve Sabra ile Şatila katliamları yapıldı. Utanç ve kandan 20 yıl sonra İsrailliler Lübnan’dan çekilmeye zorlandı.

Birileri sesini yükseltmeli

Bütün bunları özetleme imkânı nedir? İsrail politikaları bölge için tam bir felaket getirdi. Güçlerini her artırdığında veya Filistinlilere
verdiği felaket bir yana etrafındaki yıkıntıyı her genişlettiğinde kendisine karşı duyulan nefret de arttı. Bu, kendini savunmak için değil kötülük amaçlı kullanılan bir güç. Siyonizm’in Yahudi devleti hayali -tıpkı diğer devletler gibi- Filistin’in yerli sakinlerinin liderinin halihazırdaki tablosuyla bitiyor. Son nefesine kadar etrafındaki her şeyi yerle bir eden İsrail tankları ve buldozerleri onu kuşatmakta. Şimdi uğruna yüz binlercesinin öldüğü Siyonizm’in hedefi bu mu? Tüm bunların intikam ve şiddet mantığı olduğu gayet açık değil mi ve şu an bu yaşananları izlemekten başka bir şey yapamayan acziyetin başka şeylerin olmaması için politikalar geliştirmesi gerekmez mi? Şaron bütün dünyaya meydan okumakla övünüyor. Dünya antisemitizm ve Şaron’un Yahudi halkı adına yaptığı iğrençlikler sebebiyle İsrail’i kınamamakta. Bu çirkin eylemlerin kendilerini temsil etmediğini hissedenlerin, durdurulması yönünde istekte bulunma zamanı gelmedi mi artık?

 

2003 yılında vefat eden dünyaca tanınmış ünlü yazar Edward Said’in 30 Eylül 2002’de kaleme aldığı yazısını bugün yaşananlar adına TİMETURK okuyucuları için tekrar yayımlıyoruz.

 

Published in: on Ocak 1, 2009 at 10:20 pm  Yorum Yapın  

Yürü gidelim abi…

M. Sait Yakut
Yürü gidelim abi…
Perşembe, 01 Ocak 2009 12:40

Abdülaziz Tantik için…

 

Ağzımızdaki kan yutağımıza dolmadan, yürü abi gidelim.

Taunlu nefeslerin harladığı ateşte kemiklerimiz pişmeden, düşmanını bulan mermi kahrından maraz olup namlusunda şişmeden, sen topla bütün ayetlerini ve ben unutayım bildiğim ne varsa, arkamıza bakmadan, sıla ve sevda bırakmadan gidelim şehr-i melâle. Hadi gidelim abi, kulak ver kardeşinin sesine.

Burnumuz aşktan kanasın illa kan akacaksa. Namusu varsa kalbimizden vursun, biri bizi vuracaksa. Sen ayetlerini topla abi, bohçalayalım bin kaç yıllık öfkemizi. Sis vakti sağır ve sessiz terk edelim bu viran ülkemizi. Hadi abi gidelim, Leyla’nın ülkesine…

Bırak helâk ile enkaz olsun arkamızda medâyin.

Bırak ağyara yâr olsun cümle mehasîn.

Bırak minberi devrilsin ve çöksün kubbesi içi boş mâbedinin.

Hadi abi gidelim, tanrının gazabını üstümüze çekmeden, giderayak bir ihanet kalbimize çökmeden, gidelim.

Yüreğimiz dağa kalksın, dağlar ayağa kalksın, bir intifada olsun gidişimiz.

O şehr-i şân üstünden,

Halep ve Şam üstünden,

Tan ve akşam üstünden,

Kahır ve gam üstünden gidelim Leyla’ya.

Sen Aksa’da namaz kıl ben bir sapan bulayım, kaldırımlardan taş söküp zulme düşman olayım, vurulup yere düşen bir cana can olayım, yürüyüp giden gençlere kurban olayım. Gidelim abi…

Gidelim.

Ki kalmadı durmak için makul bir gerekçemiz. Kalmadı burda hayat. Buradan ırak olalım, ırakta toprak olalım. Gidelim Leyla’nın ülkesine. Orada alnı dövmeli, burnu hızmalı, takıları akik ve zebercetten ve serâpa iffetten mağrur kadınlar, vakur ve mütevekkil erkekleriyle, Rahman”ın rahmetinden çok Kahhar’ın kahrına vekil yürekleriyle bekliyorlar bizi. Gidelim abi hazırlan, neyin varsa al yanına. Koy cebine bu ülkenin bütün günahlarını.

Tava vadisinden incir, Tûr dağından zeytin toplayalım. Ve gidelim sonra, bekliyor bizi Endülüs’te tehir edilmiş bir aşk. Kurtuba tepesinden seyredelim akşam güneşini. Elhamra’daki soframız henüz toplanmadı. İbn-i Rüşd yolumuza dikilmiş Sevilla”da, kurtarmak için bizi bu çelişkilerin çelişkisinden.

Ruhumuzun uyanışını anlatmak için bekliyor bizi Medinetü-z Zehra’da İbn-i Tufeyl. Endülüs’te aşk bekliyor bizi kehribar sarılığında. Akşam ufku yakutî bir şevk ve kızıl bir kederdir Granada üstünde. Yarım adım duraksayan bir raks bekliyor bizi gidelim abi.

Gidelim abi. Yolumuz uzun. Bağdat’ta bir veli bekliyor üstü başı kan içinde, yıkık mekân içinde, ruhu zindan içinde. Gidelim ki duramıyorum burada yaslandığım her duvar üstüme devriliyor. Gidelim ki sinemde kopan zelzeleyi sen biliyorsun abi. Ömrümüzün en eski lehçesinden kurulmuş türküler bekliyor bizi, şehrin kapılarına asılmış mahkumların dilinde. Çocuklar yola yatırmış gözlerini bekliyor bizi yüreği ellerinde.

Gidelim abi. Yaptık yapacağımız ne varsa bu ülke için. Can dediler verdik, marş dediler söyledik, vergi istediler ödedik. Asker olduk, namlusu paslı G3’lerle dağlara sürüldük, oyuncak tabancalarla oynamamızı yasaklayan annelerimize inat. Bırak yeni çocuklar doğursun analar abi, uğruna ölünecek bir vatan için. Bırak dağlar eşkıyanın olsun abi biz gidelim gayrı buralardan. Gidelim ki ölüm bizi bulmadan biz ölümü bulalım. Buradan gayrı ırak olalım, ırakta toprak olalım. Sevdik, kimliğimiz sorgulandı, küstük terke zorlandık. Bu gücenik kalbimizle gel gidelim Leyla’nın ülkesine.

Sen ayetlerini topla abi, benim öfkem kınımda. Ben ölümden uzağım, ölümse çok yakınımda. Gidelim ki Leyla bin yılın hasretiyle bekliyor bizi. Burnumuz aşktan kanasın illa kan akacaksa. Namusu varsa kalbimizden vursun, biri bizi vuracaksa. Sen ayetlerini topla abi, bohçalayalım bin kaç yıllık öfkemizi. Sis vakti sağır ve sessiz terk edelim bu viran ülkemizi. Hadi abi gidelim, Leyla’nın ülkesine…

Bulvarların sisinden alnımıza yapışan rutubeti serelim çöl güneşine, uzaktan Kudüs’ü görsün. Lacivert bir çarşaf olsun ru-i zemin, arş-u sema. Bedir vakti geceleyin yıldızların sırrını çözelim sırtımız kumla kavi, yatalım Leyla’nın rüyasına.

 

Bu yazı geçen yıl Filistinlilerin anısına kaleme alınmıştır.

 

Published in: on Ocak 1, 2009 at 10:18 pm  Yorum Yapın  

Erbakan’a İftiralar Hiç Bitmeyecekmi ve Gerçekler

Ya Belgele! Yada Elindeki Kalemini Kır At

01 2009 Perşembe : 17:23
54. Hükümetin Başbakanı Erbakan ile alakalı Gündemde ki en önemli konu hakkında iddialarda bulunan Bugün Yazarı Nuh GÖNÜLTAŞ..

54. Hükümetin Başbakanı Erbakan ile alakalı Gündemde ki en önemli konu hakkında iddialarda bulunan Bugün Yazarı Nuh GÖNÜLTAŞ Konyada sürdürülen İslaril uçaklarının eğitimi anlaşmasının Erbakan tarafından imzalandığını ileri sürdü. Saadet partisinin ve parti tabanından gelen tepkiler üzerine iddiasını değiştiren Gönültaş 1 gün önce çok bilmişcesine ve kesin bir şekilde erbakanın imzaladığını yazan , bugün ise “Hadi imzalamadı, peki iktidara geldiğinde imzalanmış olanları yırtıp attı mı?” sorusunu yönellti

Erbakanın Avukatı tarafından kesin bir şekilde yalanlanan bu iddia hakkında bizimde sayın Nuh Gönültaşa Bir kaç sorumuz olacak:

Siz Her hangi bir konu hakkında yazmayı düşündüğünüzde o konu ile alakalı gerçek kaynaklardan araştırma yapıyormusunuz mesela bu konunun gerçek kaynağı TBMM tutanaklarıdır ki eğer böyle bir antlaşma yapılmışsa kesinlikler kayıt altındadır.
ama görüyoruz ki siz bu konuda gerçek kaynaklardan araştırma yerine google arama motoruna konu başlığını yazmışsınız çıkan sonuçları işinize geldiği gibi alıp sizin gibi eskiden yazan yazarların yazılarını kaynak gösterimişiniz ki bu yazar olarak size hiç yakışmamış.
Ayrıca sizden bir ricamız olacak Eğer böyle bir antlaşma yapılmışsa bunu bize belgelermisiniz, eğer belgeleyemezseniz ki sanırım öyle olacak o zaman o elinizde ki kalemi kırıp atınız .

Nuh Gönültaşın Yazdığı Yazıya Yapılan Okuyucu Yorumları:

Metehan 2009-01-01 16:21:10
Anlasmayi kimler imzalamis?
Cevabi: http://www.tbmm.gov.tr/tutanak/donem20/yil1/bas/b036m.htm

Erbakani savunacal degilim, ne oncuyum ne de baskaciyim, ama 70 den beri Türkiyeye vizyon sahibi iki lider gelmistir: Özal ve Erbakan…
Ötekiler sadece lav ebeligi yapmislardir ve yapmaktadirlar.

Mete

Ismail 2009-01-01 14:52:46
Nuh Gönültaş-BUGÜN/ 14 Şubat 2008 İsrail ve Yahudiler ezberlerimizi bozmalıyız. Bu ne perhiz bune tursu misali. Bu tarihteki yazinizin gayesi Vahsi saldiriyi yapan yandas israilinize yapilan hakli itirazin yonunu, Yasamini ulkesi icin hizmete adamis insana yoneltmekmi. Gunesin nezaman balcikla sivandigi gorulduku sizde goresiniz. Zulmu kim yaparasa yapsin, o ornekler verdiginiz kitap zalimlarden saymiyormu. Zalimleri kinayacak yerde adres saptirmanizida yadirgamadik!!!

ismail nur 2009-01-01 14:40:42
Yazının sonunda da ((Hadi imzalamadı, peki iktidara geldiğinde imzalanmış olanları yırtıp attı mı? Zor bir soru değil. Ama anlamak istemeyen partizanlar taraftarlar ve sempatizanlar hiç değilse bu sorunun cevabını öğrensinler.)) diye sormuşsun. Cevabı biz biliyoruz. Sen koalisyon hükümetlerinin ortak protokolle kurulduğunu ve herkesin kendi programını uygulayamadığını bilmeyecek kadar cahil misin?
Birde muhterem Erbakan hocanın avukatı tarafından yapılan tekzibe değil de neden senin yazına yapılan yorumlara cevap veriyorsun anlayabilmiş değilim.
Biraz insaf, biraz, izan biraz vicdan. Ömrünü bu ülkeye ve bu insanlara hizmete adamış bir insana yapılan iftiralar, bu insanların yüreğini yaralıyor. Veeee sizden de özür bekliyor bu insanlar.vesselam..

ismail nur 2009-01-01 14:29:19
Sn nuh,
[Siyasi liderler muhalefetteyken söyledikleri çok şeyi iktidara geldiklerinde yapmazlar, Muhalefet şanlıdır, atarlar tutarlar.] diye başlamışsın sözlerine,
Özür dilemen gerekirken devam etmişsin çamur atmaya. tutmasada! Fakat genç olmandan kaynaklanabilir bilmediğin bir şey var. Sen muhterem Erbakan hocayı tanımamışsın daha. Neden mi? eğer hocayı tanısaydın yazına yukarıda alıntı yaptığım satırlarla başlamazdın.
Türk siyasi hayatını takip eden (önyargılı olmayan) tüm gazeteciler bilir ki Erbakan hoca siyasete girdiği 1969 yılından bu güne kadar söyleminden ve eyleminden taviz vermeyen tek siyasi liderdir. Siz kabul etseniz de etmeseniz de bu böyledir.
Yine özür dilemen gerekirken kendi çamurunu büyütmek için başkalarının yazdıklarını delil olarak sunmaya çalışmışsın.( Hadi ben yalancıyım, herkesler de mi yalancı? Diyerek ) Ne zamandır başka gazetecilerin yazdıkları delil olarak tanımlanıyor medyada. Sana iletişim fakültesinde öyle mi öğrettiler gazeteciliği?

AKIN CENGİZ 2009-01-01 13:11:16
Erbakan Hocanın mazlumların yanında olduğunu ve zalimlere karşı olduğunu bizim milletimizin yanlış bilgilendirilenleri hariç bütün mazlumlar bilir.Hocanın açıklamaları dikkatle dinlendiğinde tüm mazlumları kurtaracak projelerinin olduğu görülür.Dünyadaki zulümleri işleyen siyonist ve emperyalist merkezlerin en düşman oldukları isim ERBAKANDIR. Erbakan hiçbir zaman onlarla müttefik olmamıştır.

mustafa derbentli 2009-01-01 12:52:48
ben konyalıyım ve konyada yaşıyorum.yazarın dedikleri doğru.ama erbkan hoca ile alakalı yazdıkları belgeli değil söylemlere dayalı.kaynakları net değil yani.belgesi varsa açıklasın biz de bilelim bir de mümkünse tarafımıza mail ile bildirsin zahmet olmazsa.ama belgesi yoksa onun bunun dediği ile yazı yazacaksa bu işi bıraksın sokak karısı ağzı ile konuşmasın.o şunu dedi bu bunu dedi.BELGE.BELGE.BELGE.hodri meydan.

onur yazar 2009-01-01 12:52:20
– 8 Ağustos 1996: Ha’aretz gazetesi “Türkiye’nin yeni başbakanı İslamcı Erbakan’ın tüm askeri sanayi işbirliği anlaşmalarını belirsiz tarihe kadar dondurduğunu” yazdı. Oysa sayın Gönültaş bugünkü yazınızda da sanki dünkü düzeltmeler ve belgeler sizin için hiçbir anlam ifade etmiyormuş gibi başkalarının yazdıkları yazıları delil göstererek hata ve iftiranızda ısrar ediyor, sonra da bunca ağır itham ve iftiraya rağmen kimin imzalamış olduğu da mühim değil diyerek “aczi” ortaya koyuyorsunuz. Ayrıca bu itham ve iftiranıza özür gerekçe delil olarak da başlaklarının başka zmanlarda yazdıkları ve deiklerini öne sürüyorsunuz. Oysa size laf değil belge sunuluyor tarih ve yer veriliyor isim veriliyor ilk ve resmi bir ağızdan hukukçulardan ve resmi gazeteden. Sizce birileri güneş batıdan doğdu dese bu artık güneşin doğduğu gerçeğini değiştirmiş ve güneş batıdan doğar ifadesini masum ve meşrulaştırmış mı olur? İnsaf ve vicdan lütfen…
Yalan ve iftira bir başkası daha bunu yaptı diye doğru ve iyi bir şey asla olamaz! Ve yine bu sebeple iftiranız da masum sayılıp sürdürülemez!

onur yazar 2009-01-01 12:49:51
Sayın Gönültaş,

Bu hassas ve elim hadiselerin maalesef yaşanıp bizleri derinden yaraladığı bir dönemde, son iki gündür yazdıklarınızla, yani bu denli gerçekten uzak ve vicdan sızlatıcı yazılarla bir kez daha üzüldük. Gerçekten Erbakan’ın kim ve nasıl bir insan olduğu ve Siyonizm hakkındaki fikirleri aşikardır. Sizin niyetinizi ise Allah daha iyi bilir. Halid Meşal’in de Erbakan için söyledikleri ortadadır, tarihi gerçekler ve avukatı marifetiyle yapılan açıklama da. Ama ben asıl şuna dikkat çekmek istiyorum: – 28 Haziran 1996: Refah Partisi ve Doğru Yol Partisi koalisyonu ile Refah-Yol hükümeti kuruldu, İsrail Cumhurbaşka¬nı Weizmann Erbakan’ın başbakan olması üzerine yaptığı değerlendirmede: “Türkiye’ye daveti kabul etmemin bir sebebi de bu konuları soruşturmak. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’i çok iyi tanıyorum ve onun, elindeki bütün gücü kullanarak, böyle bir gelişmeyi önleyeceğine inanıyorum. Ordunun da kenarda bekleyeceğini sanmıyorum. “dedi. – 8 Ağustos 1996: Ha’aretz gazete

Seray Uçar 2009-01-01 11:58:49
Arkadaşlar.
Ahmet Hakan’ı da bu şekilde şöhret ettik. Ne olur daha fazla ciddiye almayın. Bunlar şöhret olmak için böyle asılsız polemikler başlatıyorlar. Saygılar…

Cem Nizam 2009-01-01 11:49:22
Bazıları da Ortadoğu ülkelerinde güya “arabulucu” rolüyle fink atıyor. Sayın Gönültaş;görüyorsunuz ki herşeyi her zaman saklamak kolay olmuyor.

lütfi karabulut 2009-01-01 11:46:24
bu yazınızı size hiç yakıştıramadım..necmettin erbakan’ın size gönderdiği tekzip yazısını da okudum..hala inat etmektesin..iftira çok kötü bir şey..bir müslümana hiç yakışmaz.senin alıntı yaptığın yer ne kadar güvenilir ve acaba sizin için ne düşünüyorlar.hiç düşündünüz mü?sevmeyebilirsin bazı insanları am bu size iftira hakkını vermez ve de saygı duymalısın..kaynagını tam ve doğru bilmeden bir haberi yazma!kul hakkı denen bir şey var bunu bilmelisin!ayrıca size saadetli yıllar dilerim…

MERDİ 2009-01-01 08:52:40
Nuh Bey, başkasının yaptığını başkasına yükleme. ALLAH sorar!

yakup 2009-01-01 02:41:13
el edep onu icinmi hocaya abd ki siyonis dernekler onur ödulleri göderiyorlar yok imzalamadiysa yirtsaymis kira sözlesmesi yirtiyorsun onuda yirtamzsin gunü gelmeyince %50 ile iki donemdir hukümet olanlar kac anlasma yirttilar aceba (cekic gucü kim gonderdi´) el edep el edep

ali veli 2009-01-01 00:01:46
54. Hükümet ve Başbakan Erbakan İsrail ile anlaşma sağlamamış aksine 80 yıl sonra ilk kez 20.02.1997 tarihinde Filistine asker gönderme kararını alarak meclise onaylatmıştır.

Haberalemi
EDEM

matepe 01-01-2009, 20:37:57
Refah-Yol hükümetinin bütün engellemelere, karalamalara ve oynanan
oyunlara rağmen başarılı işler yaparak memlekete hizmet ettiğini gören
dış güçler Kartel Medyasını ustaca kullanarak Erbakan’ı ve Refah
Partisini olmadık şeylerle suçlayarak iftiralar atmışlardır. Erbakan
hiç bir zaman İmam Hatipler arka bahçem demediği halde dediğini iddia
edip halka öyle göstermeyi başarmışlardır. Daha sonra mecliste
“İspatlayamayan şerefsizdir.” polemiği yaşanmış fakat yine de bu
isnatlarını hiç bir zaman ispatlayamamışlar, ama iftiralarına da devam
etmişlerdir.

Diğer bir iftira ise Türkiye-İsrail Anlaşmalarının 54. hükümete
yamanmasıdır. Bu konuda bir kısım İslamcı yazarlar bile zehir kovası
taşıyıcılığı yapmıştır. Mesela bunlardan Selam dergisi yazarı Alptekin
Dursunoğlu Stratejik İttifak “Türkiye-İsrail İlişkilerinin Öyküsü”
adlı kitabının 90. sayfasında şöyle diyor: “Türkiye ile İsrail
arasında 1993’den 1996 Ekim’ine kadar sadece 13 anlaşma imzalanmışken
1996 ile 1997 yılının ilk aylarında 20 anlaşmanın imzalanmış olduğu
düşünüldüğünde Erbakan iktidarına tekabül eden bu dönemin bile ne
kadar verimli geçtiği anlaşılabilir”

Ancak, Dursunoğlu aynı kitabının 429-436. sayfalarında Türkiye-İsrail
ilişkilerinin kronolojik bir listesini çıkarmış, fakat bu süreç içinde
Refah-Yol hükümeti ile İsrail arasında yapılmış bir tek anlaşma
gösterememiştir. Bilakis, 8 Ağustos 1996 tarihli İsrail’de yayınlanan
Ha’aretz gazetesinin “Türkiye’nin yeni başbakanı İslamcı Erbakan’ın
tüm askeri sanayi işbirliği anlaşmalarını belirsiz tarihe kadar
dondurduğunu” yazdığını belirtmiştir.

İşte bu kitabın Demirel, Çiller ve Erbakan’ın başbakanlıkları
dönemlerindeki Türkiye-İsrail İlişkilerinin Kronolojisi; sayfa
431-433:

– “1992: Oslo süreci başladı, Türkiye, Filistin’le eş zamanlı olarak
İsrail’le diplomatik ilişki seviyesini yeniden büyükelçilik düzeyine
yükseltti.
– 13 Ekim 1993: Oslo sürecine konu olan anlaşma 13 Ey¬lül 1993’le
Beyaz Saray’da imzalanıp yürürlüğe girdi. Anlaş¬manın ardından
başlayan “İsrail-Filistin barış süreci” ile birlik¬te Türkiye İsrail
ilişkileri de yeni bir boyut kazandı.
– 21 Nisan 1993: Turgut Özal’ın cenaze töreni için Anka¬ra’ya gelen
İsrail Dışişleri Bakanı Şimon Peres, Çiller Hüküme¬ti ile ikili
diyalog kurdu.
– 14 Kasım 1993: Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin, İsrail’i zi¬yaret eden
ilk Türk Dışişleri Bakanı sıfatıyla Peres’le bir dizi anlaşma
İmzaladı.
– 25 Ocak 1994: İsrail Cumhurbaşkanı Ezer Weizmann, Türkiye’yi ziyaret
eden ilk İsrail Cumhurbaşkanı olarak, su sa¬tın alımı, turizm ve
askeri işbirliği konularında görüşmelerde bulunmak üzere Türkiye’ye
geldi.
– 27 Şubat 1994: İsrail Savunma Bakanlığı Müsteşarı Ivni Nehum,
Ankara’yı ziyaret etti. İsrail’in, F-4 ve F-5 uçaklarının
modernizasyonunu yapmak istediği ve iki ülke arasında aske¬ri
işbirliğinin geliştirileceği açıklandı.
– 31 Mart 1994: Güvenlik/Gizlilik Anlaşması imzalandı.
– 10 Nisan 1994: Ankara’ya gelen Dışişleri Bakanı Şimon Perez,
Türkiye’nin Orta Doğu barış sürecinde daha aktif rol al¬ması
gerektiğini belirtti. Ayrıca AGİT benzeri bir kuruluşun Orta Doğu’da
İşlerlik kazanması için çalışacağını açıkladı.
– 12 Nisan 1994: İsrail Dışişleri Bakanı Şimon Perez Tür¬kiye’ye
geldi.
– 3 Kasım 1994’te Tansu Çiller ve beraberindeki 56 kişi¬lik heyet
İsrail’i ziyaret etti.
– 14 Ağustos 1995: Hava Kuvvetleri Komutanlığına ait 54 adet F-4
uçağın modernizasyonunun, İsrail’den sağlanacak devlet kredisi ile
İsrail IAI kuruluşuna yaptırılması için Milli Sa¬vunma Bakanlığı ile
İsrail IAI kuruluşu arasında 600 milyon US Dolar baz fiyatla sözleşme
imzalandı.
– 23 Şubat 1996: Askeri Eğitim ve İşbirliği Anlaşması im¬zalandı.
– 11 Mart 1996: Cumhurbaşkanı Demirel İsrail’e gitti.
– 14 Mart 1996: Dışişleri Bakanı Emre Gönensay ve İsrail Dışişleri
Bakanı Ehud Barak tarafından imzalanan ve iki ül¬ke arasındaki
ilişkileri hızlandıracak Serbest ‘Ticaret Alanı An¬laşması, 1 Ocak
2000 tarihine kadar iki ülke arasında gümrüklerin tamamen
sıfırlanmasını öngörüyor. Anlaşma 24 Ma¬yıs 1998 tarihinde ve 23351
sayılı Resmi Gazete’de yayımla¬narak yürürlüğe girdi.
– 16 Nisan 1996: 8 İsrail pilotu, “eğitim uçuşu yapmak üzere” F-16
uçakları ile birlikte Türkiye’ye geldi.
– 28 Haziran 1996: Refah Partisi ve Doğru Yol Partisi ko¬alisyonu ile
Refah-Yol hükümeti kuruldu, İsrail Cumhurbaşka¬nı Weizmann Erbakan’ın
başbakan olması üzerine yaptığı de¬ğerlendirmede: “Türkiye’ye daveti
kabul etmemin bir sebebi de bu konuları soruşturmak. Cumhurbaşkanı
Süleyman Demi¬rdi çok iyi tanıyorum ve onun, elindeki bütün gücü
kullana¬rak, böyle bir gelişmeyi önleyeceğine inanıyorum. Ordunun da
kenarda bekleyeceğini sanmıyorum. “dedi.
– 13 Haziran 1996: Dışişleri Bakanlığı Sözcü Yardımcısı Nurettin
Nurkan Weizmann’ın ifadeleriyle ilgili olarak bir açıklama yaptı.
Nurkan bunun, Weizmann’ın şahsi görüşlerini yansıdığını belirterek,
“Şüphesiz Türkiye’nin iç konulan Türkiye’¬nin bileceği bir husustur.
Bunun ötesinde bir yabancı devlet adamının yapmış okluğu açıklama
konusunda herhangi bir yorumda bulunmak istemiyorum “dedi.
– 8 Ağustos 1996: Ha’aretz gazetesi “Türkiye’nin yeni başbakanı
İslamcı Erbakan’ın tüm askeri sanayi işbirliği anlaşmalarını belirsiz
tarihe kadar dondurduğunu” yazdı.
– 27-28 Kasım 1996: İsrail Savunma Bakanlığı Genel Di¬rektörü David
Levy Türkiye’ye geldi. İki ülke arasındaki askeri anlaşmaların devamı
olarak 1997 yılı için bir “eylem planı” kararlaştırıldı.
– 11 Atalık 199ü: İsrail’den gelen bir iş adamı heyeti, Or¬ta Asya
Türk cumhuriyetlerinde ortak iş yapma imkanlarını arıyacaklarını
bildirdi.
– 5 Ocak 1997: Meclis Başkanı Mustafa Kalemli İsrail’e git¬ti.
– 24 Şubat 1997: Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı, İsrail’e
gitti. Böylece Türkiye’den İsrail’e ilk defa yük¬sek düzeyli bir
askeri ziyaret gerçekleşmiş oluyordu.
– 28 Şubat 1997: Milli Güvenlik Kurulu aldığı kararlarla meşhur 28
Şubat sürecini başlattı.
– 29 Nisan 1997: Türk Genelkurmayı Milli Askeri Stratejik Konseptinin
(MASK) değiştirildiğini, dış tehdit yerine bölücü¬lük ve irticai
faaliyetler olarak tanımlanan “iç tehdit’in Türki¬ye’nin öncelikli
savunma problemi olduğunu açıkladı.
– 1 Mayıs 1997: Savunma Bakanı Turan Tayan İsrail’e gitti. 6 aylık
aralıklarla yapılan stratejik diyalog forumu süreci başladı.
– 4 Mayıs 1997: Çevik Bir İsrail’e gitti. Stratejik diyalog fo¬rumu
toplantısının ikincisi yapıldı.
– 18 Haziran 1997: Erbakan, Çankaya Köşküne çıkarak Demirel’e İstifa
mektubunu sundu.”

Görüldüğü gibi, herhangi bir kararın alınması söz konusu olmadığı
gibi, Çiller’in başbakanlığı döneminde alınan kararların da
uygulanması durdurulmuştur. Hem de aynı Çille Başbakan yardımcısı
iken. Bunun dışında 28 Şubat süreci içinde İsrail’de gidip gelmeler
olmuş, bir takım toplantılar da yapılmıştır. Ancak gidenler ya
askerlerdi, ya da DYP’li Meclis başkanı ve M. Savunma bakanı idi.
Nitekim bunlarla ilgili kararlar da Mesut Yılmaz hükümeti zamanında
alınmış ve hayata geçirilmiştir.

Yine bizim insanlarımız tarafından bu anlaşmanın 53. hükümet zamanında
hazırlandığı, Erbakan’ın da imzalamak zorunda kaldığı şeklindeki
savunma da eksiktir. Çünkü hazırlık gerçekten 53. hükümet zamanında, 4
HAZİRAN 1996’da hazırlanmıştır. Gizlenen gerçek ise bu anlaşmanın yine
53. hükümet zamanında 16 HAZİRAN 1996’da, yani Erbakan başbakan
olmadan tam 12 gün önce imzalanmıştır. Devlet Planlama Teşkilatının
http://www.dpt.gov.tr/dei/iei/1996.htm adlı internet sitesinden
indirdiğim belgeyi aynen aşağıya kopyalıyorum:

1996 yılında yapılan anlaşmalar.
1996
No Yıl Muhatap Adı
96/8255 1996 İsrail
Konu: İsrail Devleti ile Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti arasında
ticaret,ekonomik, sınai, teknik ve bilimsel işbirliği anlaşmasının
onaylanması hakkında karar.
Ticaret
Tarihi Sayısı 16.06.1996 22668

Aynı internet adresinden 1996 yılında gerçekleştirilmiş bütün Uluslar
arası İkili Anlaşmalar, ayrıca http://www.dpt.gov.tr/dei/iei/1996.htm
adresinden de 1997 yılına ait anlaşmalar görülüp incelenebilir. Ve
kesinlikle şu görülür ki; muhterem Erbakan’ın başbakanlık yaptığı
28,06,1996 – 18,06,1997 tarihleri arasında İsrail’le yapılmış hiçbir
anlaşma yoktur.
Neo-Con’ların ABD’deki en ünlü isimlerinden Daniel Pipes’in “A New
Axis, the National interest” de yazdığı yazıdan ve başka kaynaklardan
toplanan bilgiler ışığında özetleyecek olursak Türkiye-İsrail askeri
işbirliği anlaşmasının kapsamına özetle şunlar girmektedir:

•Türk ve İsrail askeri uçakları, Türk hava sahalarında eğitim
yapabileceklerdir.
•İsrail Türkiye’ye silah satacak ve Türk Fantom savaş jetlerinin
modernizasyonunu yapacaktır.
•İsrail ve Türkiye, ABD deniz kuvvetleriyle birlikte arama ve kurtarma
manevraları yapacaktır.”

Washington Instutine’nin Yahudi uzman danışmanı Alan Makovsky, söz
konusu anlaşma için şu değerlendirmede bulunmuştu:
“Türkiye ile İsrail arasında yakın ilişkilerin kurulması Soğuk Savaş
döneminden sonra Ortadoğu’da yaşanan en önemli stratejik gelişmedir.”

Anlaşma ile ilgili 3 noktanın altını çizelim:
1-Milletvekilleri, Türkiye-İsrail arasında imzalanan ‘Asker Eğitim
İşbirliği Anlaşması’nın tam metnini görmemişlerdir.
2-Anlaşma, ‘Gizli’dir. O kadar gizlidir ki, TBMM Milletvekillerinden
bile gizlenmiştir.
3-Anlaşma, TBMM’de konuşulmamış, onaylanmış ve onaylatılmıştır.

Hem bu gerçekleri daha iyi anlamak, hem de bir karşılaştırma
yapabilmek için, aynı zamanda Türkiye’nin ANASOL-D Hükümeti zamanında
İslam ülkeleri ve İsrail ile ili¬şkilerinin durumuna kısa bir bakış
yaparak fikir edinmek için, Güngör Uras’ın 15.12.1997 tarihli Yeni
Yüzyıl gazetesinde çıkan makalesini okumanın yeterli olacağı
kanaatindeyim:
“Geçen hafta Tahran’da gerçekleşen, ‘8. İslam Zirvesi’ne katılan 55
ülke Türkiye’yi hem dışladı, hem fırçaladı. Cengiz Çandar’1n
anlatımıyla Türkiye, Orta Doğu’da lider ülke koltuğundan kaldırılıp,
İsrail’in takipçisi ülke koltuğuna oturtuldu.
İslam Dünyası, Orta Doğu ülkeleri, Araplar, Türkiye’yi durup du¬rurken
dışlamadı. Türkiye İslam Dünyasının gücendirmeyi göze alarak se¬
çimini, İsrail’den yana yapmakla kalmadı, İsrail ile ilişkileri, İslam
Dünya¬sı’nı tahrik edecek abartıda yürütmeyi marifet bildi.
Tahran’da konferans yapılırken, İsrail Savunma Bakanı Yitzak
Moordehay, Ankara ‘yı ziyaret etti. Cumhurbaşkanı’nın Tahran’dan erken
dönmek zorunda kalmasının ardından, Genelkurmay Başkanlığı bugüne
kadar çok kez ertelenen ve yapılıp yapılmayacağı belli olmayan ortak
as¬keri tatbikatının gününü belirledi. ‘Reliand Mermaid’ ismi verilen,
Türk-İsrail ve ABD ortak askeri tatbikatı, 5 Ocak 1998 tarihinde
başlayacak.
Aynı gün, 22 Aralık’ta Ankara’da İsrail ile Türkiye arasındaki ilişki¬
lerde stratejik boyutun tespiti için görüşmelerin başlayacağı
açıklandı. Görülüyor ki Türkiye, İslam Dünyası’nı karşısına aldığını
bilerek, tercihini yapmış ve İsrail’in kucağına düşmüş bulunuyor.
Bunun ardında üç etken var: (1) Silah kaynaklan kuruyan Türkiye,
İsrail/’in ocağına ve kucağına mecburen düştü. (2) İsrail için
Türkiye’nin hem çok iyi bir silah pazarı ve hem de tek başına kaldığı
Orta Doğu’da çevresindeki çemberden dışarı çıkabileceği tek kapı
olması. (3) İsrail’in menfaatlerini Orta Doğu politikasının temeli
olarak gören ABD’nin Türki¬ye’yi İsrail’in kucağına itmesi. ..
Türkiye yarınını bağlıyor.”

Published in: on Ocak 1, 2009 at 9:56 pm  Yorum Yapın  

‘İyi Arap, ölü olan Arap’tır’

‘İyi Arap, ölü olan Arap’tır’
İsrailli liderlerin halklarının oyları için Filistinlileri öldürdüklerini söyleyen Atzmon, İsraillilerin ‘katletme’ üzerine eğitildiklerini belirtti.
FacebookDiggDel.icio.usredditMixxStumbleUponGoogleYahooÇarşamba, 31 Aralık 2008 01:31

Küçük Bir Gece Cinayeti: İsrailli Liderler Halklarının Oyları İçin Nasıl Öldürüyorlar

Gilad Atzmon*

Gazze’deki son tahrip edici İsrail saldırısın kavramak için insan derinden İsrail kimliğini, Yahudi olmayan herhangi birine karşı kalıcı nefreti ve özelde de Araplara karşı nefreti anlaması gerekir. Bu nefret İsrail ders müfredatlarında aşılanmıştır, siyasi liderler tarafından tebliğ edilmiştir ve eylemlerinde uygulanmıştır, kültürel şahsiyetlerle hatta sözde “İsrail Solcusu” diye adlandırılanlar içinde bile taşınmıştır.

Ben 1970’lerde İsrail’de büyüdüm. Benim neslimin insanları bu günlerde İsrail ordusunda, siyasetinde, ekonomisinde, üniversitelerinde ve sanatında lider durumdalar. “İyi bir Arap, ölü bir Arap’tır” sözüne inanmak üzere eğitildik. 1980’lerin başlarında IDF’e (İsrail askeri istihbarat birimi) katılmamdan bir kaç hafta önce, o sıralarda Bölüm Şefi olan General Rafael Eitan “Araplar bir şişeye tıkılmış hamam böcekleridir” derdi. Bununla yakasını kurtardı, aynı zamanda Birinci Lübnan savaşında Lübnanlı sivillerden binlercesini katlederek yakasını kurtardı. Kısacası İsrailliler katlederek yakalarını kurtarabiliyor.

Oldukça şanslı bir şekilde ve idrakimin hâlâ çok ötesinde olan nedenlerle belli bir aşamada o ölümcül İbranice rüyadan uyandım. Bir noktada Yahudi devletini bıraktım, Yahudi nefret tacirliğinden kaçtım. Yahudi devletin ve her türlü Yahudi politikasının muhalifi haline geldim. Bununla beraber, neye karşı olduğumuz hakkında dinlemek isteyen her canlıyı bilgilendirmenin başlıca görevim olduğuna ikna oldum.

Yahudileri dönüştürmek ve “onlara kendilerine ait bir Devlet vererek” diğer insanlar gibi yapmak, her ne kadar Siyonizm olsa da sefil bir şekilde başarısız oldu. Bu hafta ve daha önce pek çok kez gördüğümüz gibi İsrail barbarlığı zalimliğin de çok ötesinde bir şey. Öldürme aşkıyla öldürüyorlar. Ve öldürürken ayırım gözetmiyorlar.

Batıdaki pek çok insan Arapları ve özellikle Filistinlileri öldürmenin çok etkin bir İsrail siyasi reçetesi olduğu tahrip edici gerçeğinin farkında değil. İsrailliler aslında akılları karışmış insanlardır. Kendilerini “Shalom arayan” [1][1] ulus olarak görmekte ısrar etseler de şaşırtıcı derecede kanunsuz katledici eylemlerle yöneten politikacılar tarafından yönetilmeyi de seviyorlar. Sharon, Rabin, Begin, Shamir ya da Ben Gurion olsun fark etmez, İsrailliler “demokratik olarak seçilen liderlerinin” insanlığa karşı kesin cinayet kayıtlarıyla desteklenen ve kan damlayan elleriyle savaşçı şahinler olmasını seviyorlar.

İsrail’de seçim öncesi haftalardayız ve öyle görülüyor ki hem Kadima Partisi başbakanlık adayı Dışişleri Bakanı Tzipi Livni hem de Labour (İşçi) Partisi başbakanlık adayı Savunma Bakanı Ehud Barak, Likud partisi başbakanlık adayı kötü şöhretli Şahin Benjamin (Bibi) Netanyahu’nun arkasından izini iyi takip ediyorlar. Livni ve Barak’ın küçük savaşlara ihtiyaçları var. İsraillilere kitle katliamının nasıl başarıldığını bildiklerini ispat etmeleri gerekir.

Hem Livni hem de Barak İsrailli seçmenlerine gerçek bir harap edici katliamı göstermeleri gerekirdi ki İsrailliler liderliklerine güvenebilsinler. Bu onların Netanyahu karşısındaki tek şanslarıydı. Görünen o ki Livni ve Barak Filistinli sivillerin, okulların ve hastanelerin üzerine tonlarca bomba yağdırıyor çünkü bu İsraillilerin tam olarak görmek istediği şey.

Maalesef, İsrailliler merhamet ve lütuf etmekle tanınmazlar. Tam tersi misilleme yapmak ve öç almakla tatmin olurlar. Kendi sınırsız vahşilikleriyle neşelenirler. Eski İsrail Hava Kuvvetleri Baş Kumandanı Dan Halutz’a Gazze’de çok nüfuslu komşularına bomba yağdırmanın nasıl bir duygu olduğu sorulduğunda, cevabı kısa ve kesindi. “Sağ kanatta hafif bir şişlik gibiydi.” Dan Halutz’un soğuk ölümcül tarzı IDF Bölüm Şefliğine terfisini güvenceye almak için oldukça yeterliydi. İsrail ordusunu ikinci Lübnan savaşına götüren General Halutz idi. Lübnan’ın altyapısının çökerten ve Beyrut’un büyük kısmını harap eden bu adamdı.

Öyle görünüyor ki İsrail politikasında Arap kanı oylara dönüşüyor. Livni, Barak ve mevcut IDF Bölüm Şefi Ashkenazi’yi birinci sınıf katil olarak, insanlık cinayetiyle ve Cenevre Sözleşmesinin açık ihlaliyle suçlamak oldukça akla yatkın olacaktır. Ama İsrail’in bir “demokrasi” ülkesi olduğunu dikkate almak daha akla yatkın olacaktır. Livni, Barak ve Ashkenazi İsrail halkına istedikleri şeyi veriyorlar: istedikleri Arap kanı ve mutlaka çok miktarda olmalı. Bu İsrailli politikacılar tarafından yürütülen sürekli tekrar eden cinayet eylemi sadece birkaç politikacı ve generalden ziyade bütün olarak İsrail halkını yansıtmaktadır. Burada kana susamış ve ölümcül meyillerle siyasi olarak teşvik olan barbar bir toplumla uğraşıyoruz. Hata yapılmamalı, bu insanlar için uluslar arasında kalacak bir yer yok.

İsraillilerin neden insanlık ile ilgili herhangi bir kavramdan bu kadar uzak insanlar olduğu önemli bir soru. Bizim aramızdaki yüce gönüllü ve saf hümanistler Shoah’un (Yahudi Katliamının) İsrail ruhunda büyük yara bıraktığını ileri sürebilir. Bu da İsraillilerin yeryüzünün değişik yerlerine dağılmış Diaspora kardeşlerinin desteğiyle o acı hatırayı takıntılı bir şekilde neden canlandırdıklarını açıklayabilir. İsrailliler “bir daha asla” diyorlar ve burada demek istedikleri Auschwitz toplama kampı bir daha asla tekrar etmeyecek. Yani bir nevi Nazilerin işlediği suçlardan dolayı Filistinlileri cezalandırıyorlar. Aramızdaki gerçekçiler bu iddiayı artık yemiyor. İsraillilerin inanılmaz derecede vahşi olabileceklerinin mümkün olduğunu artık kabul etmeye başlıyorlar çünkü gerçekten öyleler. Artık uydurma analitik varsayımların ya da rasyonelliğin çok ötesine gidiyor. “İsrailliler böyle bir millet ve bununla ilgili olarak artık yapabileceğimiz bir şey yok,” diyorlar. Aramızdaki realistler İsraillilerin Yahudi olmanın anlamını öldürmek olarak yorumladığını kabul etmeye başladılar. Ciddi şekilde çoğumuz İbranice katletme sisteminin yerine koyulabilecek alternatif bir insancıl laik Yahudi sistemi olmadığını kabul etmeye başladık. Yahudi devleti, Yahudi ulusal özerkliğinin insanlık dışı bir kavram olduğunu ispatlamak için var.

1967 sonrası İsrail’inde büyüdüm. İsrail mistik zaferinin uyanışıyla yetiştim. Araplara yönelttiği Uzi otomatik tüfeğini ateşleyip, sadece altı günde dört orduya karşı kazanmayı başaran, “arkadan vuran İsrailli” müfreze komandosuna tapmak üzere eğitildik.

“Arkadan vuran” İsraillinin aslında ayrım gözetmeksizin öldürme ustası olduğunu anlamam yirmi yıl kadar uzun sürdü. Barak 1967’lerin kahramanlarından biriydi, usta bir ayrım gözetmeyen katildi. Görünen o ki, İsrail kabinesi 1967’den beri Gazze’deki en büyük hava saldırısı planını yeni onayladı. Livni aşağı yukarı benim yaşlarımda. Haberlerden okuduğumuza göre mesajı özümsemiş. Şimdi ayrım gözetmeyen bir katil olarak gerekli delilleri topluyor. Hem Barak hem de Livni İsrail’i ve Filistin’i katliam kampanyasıyla seçime götürüyorlar. Arap ve Filistinli kanı İsrail politikasının yakıtıdır.

Livni ve Barak’a sadece şunu önerebilirim ki bunu yapmaları oy anketlerinde bir işlerine yaramayacak. Netanyahu hakiki bir şahindir. Katil gibi davranmasına gerek yok ve ben onu ne kadar küçümsesem de, İsrail’i savaşa götürecektir. Belki de caydırma gücünün ne demek olduğunu onlardan daha iyi anlıyordur.

[1][1] “Shalom” kelimesini “barış” ya da “selam” ile karıştırmayın. Barış ve selam uzlaşma ve barışmayı kastederken, shalom Yahudi halkına çevresindekilerin pahasına güvenlik anlamına geliyor.

*Gilad Atzmon caz müzisyeni, besteci, yapımcı ve yazardır.

Bu makale Hale Akman tarafından Timeturk.com için tercüme edilmiştir.

Published in: on Ocak 1, 2009 at 9:37 pm  Yorum Yapın  

1948’den beri dinlediğimiz saçmalıklar

1948’den beri dinlediğimiz saçmalıklar
Fisk, İsrail’in Gazze’de gerçekleştirdiği katliamdan Hamas’ı sorumlu tutanlara kapak olacak bir yazı kaleme aldı.
FacebookDiggDel.icio.usredditMixxStumbleUponGoogleYahooÇarşamba, 31 Aralık 2008 11:02
Liderler yalan söylüyor, siviller ölüyor ve tarih dersleri görmezlikten geliniyor

Robert Fisk*

Ortadoğu’daki katliama o kadar alıştık ki, İsraillileri kırmayıp, hiç aldırış etmiyoruz. Gazze’deki ölenlerin ne kadarının sivil olduğu net değil ama Bush yönetiminin cevabı -pısırık Gordon Brown tepkisini söylemiyorum- Arapların onlarca yıldır bildikleri bir gerçeği teyit ediyor: düşmanlarıyla mücadele etseler bile batı her zaman İsrail’in tarafını tutacak. Her zamanki gibi kan gölü hepimizin bildiği sadece şiddetten anlayan Arapların hatasının sonucu.

1948 yılından beri bu saçmalığı İsraillilerden duyuyoruz.- tıpkı Siyonist “ ölüm vagonu” devrilecek ve tüm Kudüs “bağımsızlaştırılacak” şeklindeki Arap milliyetçileri ve İslamcı Araplar’ın kendi yalanlarını dolaştırıp durduğu gibi. Ve her zaman Baba Bush, Clinton, Oğul Bush, Blair ve Brown, ve sanki Filistin ve İsrail’in her iki tarafın da F-18’leri, Merkava tankları ve ağır kara topları varmış gibi, her iki tarafa da “kısıtlama” çağrılarında bulunmuşlardır. Sekiz yıl içinde Hamas’ın ev yapımı roketleri sadece 20 İsrailliyi öldürürken, bir gün boyunca devam eden bir İsrail saldırısında ortalama 300’den fazla Filistinli öldürülmüştür.

Kan dökmenin kendi rutini vardır. Evet, Hamas İsrail’in öfkesini kabartmıştır ama aynı şekilde İsrail de Hamas’ın öfkesini kabartmıştır, ki Hamas’i İsrail tahrik etmiştir, İsrail’i Hamas. Ki … Neyi anlatmak istediğimi anlıyor musunuz? Hamas, İsrail’e roket atıyor, İsrail Hamas’ı bombalıyor, Hamas daha çok roket atıyor, İsrail tekrar ve tekrar vuruyor …Anladınız mı? Ve biz –dürüstçe- İsrail’in güvenliğini istiyoruz ama İsrail’in bu toplu ve tamamen orantısız katliamına göz yumuyoruz. Bir zamanlar Madeleine Albright, sanki Filistin tankları Tel Aviv sokaklarında dolaşıyormuşçasına İsrail’in “ kuşatma altında” olduğunu söylemişti.

Dün gece itibariyle kur oranı ölen bir İsrailli için 296 Filistinliydi. 2006 senesine gittiğimizde bu oran bir İsrailli için on Lübnanlıydı. Bu kur oranı, 1973 Ortadoğu savaşından sonra, tek bir gün için en yüksek enflasyonlu orandı. 1967’deki Altı Gün Savaşı? 1956 Suez Savaşı? 1948 Kurtuluş / Nakba Savaşı? İsrail savunma Bakanı Ehud Barak’ın bu hafta sonu Fox TV’de gayri ihtiyari kabul ettiği pis ve korkunç bir oyun. Barak, “Bizim amacımız tamamen oyunun kurallarını değiştirmek” dedi.

Kesinlikle. Sadece oyunun “kuralları” değişmez. Bu, Arap-İsrail borsasında daha ileri bir düşüştür, Wall Street’deki hisselerin birden bire düşmesinden daha da korkunç birşey, Amerika’da pek ilgi olmamasına rağmen- hatırlayalım- F-18 leri ve Hellfire füzelerini yaptılar ki İsrail’in bunları serbestçe kullanımını Bush yönetimi onaylamıştı.

Bu hafta sonu ölenlerin büyük bir bölümü Hamas üyeleri gibi görünüyor ama bu neyi çözer ki? Hamas şöyle mi diyecek “ Vay, bu saldırı korkunçtu, en iyisi biz İsrail devletini tanıyalım, Filistin yönetimiyle mutabakata varalım, silahlarımızı bırakalım ve hapse atılıp, sınırsız bir süre kitli kalmak için dua edelim ve Orta Doğu’da yeni bir Amerikan barış sürecine destek olalım!” İsrailliler, Amerikalılar ve Gordon Brown’ın Hamas’ın yapacağına inandıkları şey bu mu?

Evet, Hamas’ın kinizmini hatırlayalım, tüm silahlı İslamcı grupların kinizmlerini. Onların Müslüman şehitlerine olan ihtiyaçları, İsrail’in bunları yaratma ihtiyacı kadar önemli. İsrail’in vermeyi düşündüğü ders- ya diz çök ya da seni ezeriz- Hamas’ın aldığı ders değil.

Hamas’ın Filistinlilerin gördüğü baskıyı vurgulamak için şiddete ihtiyacı var – ve bunu sağlayacağı yönünde İsrail’e güveniyor. İsrail içine atılacak birkaç roket İsrail’i zor durumda bırakacaktır.

Şu anki mevcut cismaniyetiyle Gazze’de hiç bulunmamış Ortadoğu barış elçisi Tony Blair’den sızlanma yok. Şaşırtıcı birşey yok.

Alışıldık İsrail çizgisini duyuyoruz. İsrail ordusunun eski “ araştırma ve değerlendirme birimi” komutanı General Yaakov Amidror, “dünyada hiçbir ülkenin, ciddi tedbirler almadan kendi ülke vatandaşlarının roket saldırılarına hedef olmasına izin vermeyeceğini” duyurdu.

Tabii ki böyledir. Ama IRA Kuzey İrlanda sınırından havan saldırılarda bulunduğunda, Protestanlara ve polis karakollarına saldırmak için gerillaları Cumhuriyetin içine girerken, İngiltere Kraliyet Hava Kuvvetlerini İrlanda Cumhuriyetine mi salıverdi? Kraliyet Hava Kuvvetleri, İrlandalılara bir ders vermek için kiliseleri, tankerleri ve polis karakollarını bombalayıp 300 sivil mi öldürdü? Hayır öyle yapmadı. Çünkü dünya bunu bir cani hareket olarak görecekti. Kendimizi IRA’nın seviyesine düşürmek istemedik.

Evet, İsrail güvenliği hak ediyor. Ama tüm bu kan banyosu bu güvenliği getirmeyecek. 1948’den beri hava saldırıları İsrail’i korumadı. 1975 yılından beri İsrail Lübnan’ı binlerce kez bombaladı ve kimse “ terörü” yok edemedi. Peki geçen gece ki reaksiyon neydi? İsrailliler kara saldırısı tehditinde bulundu. Hamas başka bir cephe için beklemede. Bizim batılı politikacılar kendi ödlek deliklerine sinmişler. Ve doğuda bir yerde – bir mağarada? bir bodrumda? bir dağ kıyısında? – sarıklı meşhur bir adam gülümsüyor.

*The Independent gazetesinin ünlü Ortadoğu muhabiri

Bu makale M. Hasan UNCULAR tarafından TIMETURK için tercüme edilmiştir.

Published in: on Ocak 1, 2009 at 9:33 pm  Yorum Yapın