Www.islamcokguzel.ick.neT – Www.islamcokguzel.cjb.neT
Mutluluğun Adresi
Medine’ye Medine’ye Gönül Aşık Medine’ye ! Temmuz 20, 2007 • No Comments
Gül Kokulu Cumalarımız Olsun ..! • 1 Comment
Bizi bize bırakma Allah’ım (c.c.) Temmuz 19, 2007 • 1 Comment
Canım yanıyor, içimde bir sızı nedenini bilmiyorum..!
Adı Sen’sizlik belki…!
Yada ulaşamamak, ağlayamamak derinden,
Kıyamdayken başka yerde, secdedeyken başka yerde olmak..!
Yönelememek Sana içten bir aşkla,
Canım yanıyor ya Rabbel Alemin,
Bir sızı var anlayamadığım,
Canım yanıyor Ya Erhamerrahimin
Adını koyamadığım,
Bugün gitmek istedim buralardan..!
Sana yakın olmak için,uzakları yakın yapabilmek için,
Çıktım viran şehrimden; daha fazla gidemedim nedense,
Bir yağmur başladı sessizce, ER-RAHİM diye fısıldadı paramparça olan yüreğime,
İrkildim Ya Rabbelalemin, rahmetine kavuştur beni,
Sonra yürüdüm içimde bir ses anlayamadığım,
Bir güvercin gördüm sırılsıklam, EL-CELİL dedi içimdeki sese,
Ne büyük.ne Yücesin; Yüceliğinle derman ol derdime,
Islandım, yorgunum birde acı var içimde nereye baksam seni gördüm ALLAH’IM
Bir çocuk tebessümünde, bir yaprağın vedasında mevsime,
MALİKÜ’L-MÜLK tecellisini gördüm kara bulutların içinden doğan güneşte..!
Sen her şeyin tek sahibi ALLAH’ım,
İçimde bir uçurumken hayat, üstelik çıkmazdayken dar sokaklarım
EL-MÜHEYMİN sesi kulağımda,
Sen aciz kullarını unutmayan, hep gözeten ALLAH’ım, yardım et bu kuluna,
Savruluyorum, nereye gitsem bilmiyorum, bir dağa bakıyorum bir mahlukata..!
Hepsi rükuda, hepsi kıyamda..!
Çiçekler, otlar, toprak secdede..!
En küçük mahlukat zikirde, insanlık ise gaflette…!
YA HÂLIK diyor tabiat; adem ise hüsranda, azapta…!
Ey incelik, lütuf sahibi EL-LATİF
Ey kusurlardan münezzeh KUDDÜS
Ey adalet sahibi EL-ADL
Ey büyüklük sahibi EL-AZİM
Ey merhamet sahibi ER-RAHMAN
Nereye baksam, nereye dönsem sen tecelli ettin,
Bir tek insanlıkta görmedim huşu ile yakarış,
Her şey Sen’de yaşarken; İnsanlık nefsinde ölmüş
Her yer Sen’de iken, insanlık her yerde viran olmuş,
Bu viran şehirde, divane dünyada yalnız bırakma bizi
UTANIYORUZ RAHMETİ GENİŞ ALLAH’ım (c.c.)…!!!!
Bizi bize bırakma ALLAH’ım (c.c.)….!!!!
“ben beni bıraktığım zaman, SeN (c.c.) beni bırakma ALLAH’ım (c.c.)”
Huşulu Namaz • 1 Comment
Huşulu Namaz:
Salat, fiilî duâ demektir. Duâ da “kulun, ihtiyacını, gönlünden gelen düşünce ve isteği Allah’a arzetmesidir.” Onun için duâ, kulluk görevlerinin en hasıdır, özüdür. En başta gelenidir. Hiç şüphesiz ki Allah, içimizden geçeni, dertleri, sıkıntıları, istekleri ve ihtiyaçları bilir. Onun için insan onu saygı ve edep çerçevesinde Allah’a arz edip ondan istekte bulunmalıdır. Bunu yaparken en fazla dikkat edeceği husus, Allah’a isteklerini iletirken göstereceği samimiyet ve saygıdır.
Namazın mahiyeti ve nasıl kılınacağı, “huşu” ve “hudu” yönünden bilinmediğinden namaz kılanların sayısı azalmıştır. Profesyonel namaz kılanlar ve imamlar türemiştir. Ruhsuz kılınan namaz anlamsız hareketlere dönüşmüştür. Kılanların da namazı niçin kıldıkları tartışılır ve merak edilir olmuştur.
Öyleyse nedir bu, bu kadar önemli olan “hudu’” ve “huşu’” ?
“Hudu”: Eğilmek, bükülmek, küçülmek ve tam teslim olup itaat etmek, sözü yumuşatmak, kibar, tatlı söylemek anlamınadır.
“Huşu”: Çoğunlukla vucut organlarının saygısı anlamına kullanılmakla birlikte “genel saygı” anlamını ifade eder.Bakınız, A’raf suresi âyet 55:
“Rabbinize yalvara yalvara ve için için duâ edin. Şüphesiz O, haddi aşanları sevmez.”
Bu âyet indiği zamanlarda da şimdiki gibi riyakar, ısmarlama duâ yapan, süslü püslü sözlerle emir verir gibi bağırıp çağırarak duâ yapan duâcılar varmış. Hani Radyo ve Tv’lerde, mevlüt merasimlerinde, Hacc’da, tavafta yapılanlar var ya işte öyle. Bu âyetle Cenabı Hakk, duânın nasıl yapılması gerektiğini bizlere lütuf olarak bildirmekte. Bağırarak, çağırarak, emreder gibi, hele hele ne denildiği bilinmeden ve o bilinçte olmadan yapılan duâlar duâ olmadığı gibi Allah’a karşı da saygısızlık ve edepsizliktir. Haddi aşmaktır. Allah ise haddi aşanları, saygısızları ve terbiyesizleri sevmez. Burada Kütüb-ü Sitte’de yer almış sağlam bir rivâyeti nakledelim. Buhari’deki metinle. Buhari bu rivâyeti, Tevhid, Megazi ve Kader bölümlerinde mükerrer olarak verir. Biz Tevhid Kitabı, 6. Bab, 16 numaralı rivâyeti sunuyoruz:
“…… Ebu Mûsa el-Eşari şöyle demiştir: “Bizler Rasulüllah’ın maiyyetinde bir gazvede bulunduk. Yolda ilerlerken yüksek bir mevkie çıktıkça, bir yüksek yola yükseldikçe, bir vâdi içine indikçe muhakkak buralarda tekbir getirerek seslerimizi yükseltmeğe başladık. Rasülüllah bizim yanımıza yaklaştı da:
“Ey insanlar! Nefislerinize yumuşak davranın(seslerinizi çok yükseltmeyin)! Şüphesiz ki, sizler bir sağırı ve bir gâibi çağırmıyorsunuz. Sizler şüphesiz Semî’ ve Basîr olan Allah’a duâ ediyorsunuz.” buyurdu. ….”Evet, kulluğun özü, gerçek göstergesi duâdır. Duânın özü, gerçek göstergesi de Hudu’ ve Huşu’’dur. Namaz da yapılabilecek duâların en üstünü olduğundan, yani, namaz hem gönül hem beden hem de dil yapılan komple bir duâ olması nedeniyle, kesinlikle namaz, Hudu’ ve Huşu’suz olmamalıdır. Hudu’ ve Huşu’ namazın ruhudur. Hudu’ ve huşu’suz kılınan namazın kimseye yararı olmadığı gibi üstelik insana yüktür de.
Mü’minün suresi âyet 2:
“Onlar (kurtulan mü’minler) namazlarında saygılıdırlar.” Ahzap suresi âyet 35:
“Allah şu kişiler için bir affediş ve büyük bir ödül hazırlamıştır: Müslüman erkekler, Müslüman kadınlar, mümin erkekler, mümin kadınlar,itaat eden erkekler, itaat eden kadınlar,özü-sözü doğru erkekler, özü-sözü doğru kadınlar, sabreden erkekler, sabreden kadınlar, Allah korkusuyla ürperen erkekler, Allah korkusuyla ürperen kadınlar, sadaka veren erkekler, sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler, oruç tutan kadınlar, ırz ve iffetlerini koruyan erkekler, ırz ve iffetlerini koruyan kadınlar, Allah’ı çok anan erkekler ve Allah’ı çok anan kadınlar.”Bakara suresi âyet 45:
“Sabırla ve namazla yardım isteyin. Bu, huşu edenlerden başkasına büyük olan bir iştir.”İsra suresi âyet 107-109, Fussılet suresi âyet 39, Enbiya suresi âyet 90, Bakara suresi âyet 45-46, Maûn suresi âyet 4,5, Haşr suresi âyet 21, Ğaşiye suresi âyet 1-4, Kalem suresi âyet 42-43, Kamer suresi âyet 7, Şura suresi âyet 45, Meâriç suresi âyet 43- 44, Naziât suresi âyet 8-9, Ta-Ha suresi âyet 108, Şuara suresi âyet 218, Hadid suresi âyet 16. ayetlerden anlıyoruz ki huşu’, gözlerimizle, sesimizle, yüzümüzle, gönlümüzle yüce yaratanımıza karşı bilinçli olarak ve içtenlikle göstereceğimiz saygıdır.
Riya olarak yapılan hudu’ ve Huşu’ yani rol olarak yapılan huşu’ ve hudu’ hiçbir işe yaramaz. Yukarıdaki âyeti celileleri iyi anlarsanız istenen ve beklenen hudu’ ve huşu’nun ne olduğunu kendiniz de pekâlâ anlarsınız.
Huşu’ ile ilgili kısa çok güzel açıklamalar da yapılmıştır. Tasavvufçular çok güzel ifadeler yaparken içlerinden ifrata düşüp ölçüyü kaçıranları da olmuştur. Konunun iyi anlaşılabilmesi açısından birkaç örnek vermekte fayda var:
_ Hz. Hasan R.A. abdest aldığı zaman yüzünün rengi değişir. Biri ona “Bu ne haldir?” diye sorunca “Büyük ve Cebbar olan padişahın huzuruna çıkma zamanı gelmiştir” buyururdu. Abdest alıp mescide gidince mescidin kapısında durup “Allah’ım, senin kulun senin kapında hazırdır. Ey ihsanı bol olan Rabbim, amelleri kötü olan kulun senin kapında hazırdır. Sen, bizden, iyi olanların kötüleri affetmesini istedin, sen iyilik sahibisin, ben ise kötülük sahibiyim. Ey kerim olan Rabbim, benim çirkin hareketlerimi, sende olan güzellikler hürmetine bağışla” der, sonra mescide girerdi._ Hz. Zeynel Abidin çok namaz kılardı. Seferde hazarda teheccüd namazını hiç bırakmazdı. Abdest aldığı zaman yüzü sararırdı. Namaza durduğu zaman bedeni titrerdi. Biri sebebini sorunca: “Haberin yok mu, ben kimin huzuruna çıkıyorum” derdi.
Hz. Abdullah bin Abbas ezan sesini duyunca ağlardı. Titrerdi. Birisi ona “Biz de ezan sesi duyuyoruz ama bize hiç tesiri olmuyor, siz ne kadar korkuyorsunuz” deyince: “Eğer insanlar müezzinin ne dediğini bilselerdi, rahat ve huzurları kaçar, uyku uyuyamazlardı.” buyurdu. Sonra ezanın her cümlesinde yapılan uyarıyı genişçe anlattı._ Zinnun Mısrî’nin arkasında ikindi namazını kıldığını anlatan bir adam şöyle diyor: O, “Allahü ekber” derken “Allah” kelimesini söyleyince, Allah’ın heybeti onu öyle kaplamıştı ki, sanki bedeninde ruh kalmamış, tamamen kendisinden geçmişti. “Ekber” dediği zaman onun tekbirinin heybetinden kalbim sanki parça parça olmuştu.İsam, Hatim-i Zahid Belhî’ye,
“Siz namazı nasıl kılıyorsunuz?” diye sordu.O, “Namaz vakti geldiğinde önce, son derece sükunetle güzelce abdest alırım. Sonra namaz kılacağım yere giderim, son derece huzur içinde ayakta dururum. Sanki Ka’be karşımda, ayaklarım sırat köprüsü üzerinde, sağ tarafımda cennet, sol tarafımda ise cehennem var. Ölüm meleği başımda durmakta. Bu namaz, benim son namazım, bundan sonra belki bir daha namaz kılmak nasip olmaz diye düşünürüm. Kalbimin durumunu ancak Allah bilir. Ondan sonra çok aciz olarak: “Allahü ekber” derim. Sonra manasını düşünerek Kur’an okurum, tevazu ile rükuya giderim, aciz olarak secde ederim ve itminanla namazı bitiririm. Böylece bu namazın kabul edilmesini Allah’ın rahmetinden umarım, kötü amellerim yüzünden reddedilmesinden korkarım.”Hz Aişe buyuruyor ki: “Peygamber efendimiz bizimle konuşurdu. Biz de onunla konuşurduk. Fakat namaz vakti geldiği zaman sanki bizi hiç tanımıyormuş gibi olurdu, tamamen Allah’a yönelirdi.”
Said Tennuhi namaz kılarken yanaklarından, kopmuş tespih taneleri gibi gözyaşı dökülürdü.Biri, Half bin Eyyüb’e “Sinekler sana namazda sıkıntı veriyor mu? diye sorunca. “Namazıma eksiklik veren bir şeye kendimi alıştırmam. Suçlu kimseler, sadece “çok dayanıklı bir adammış” desinler diye devletin verdiği cezalara cesaretle ve metanetle tahammül ederler, sonra da bunu herkese övünerek anlatırlar. O halde ben kendi sahibimin huzurunda dururken bir sinekten mi rahatsız olup hareket edeceğim?” dedi.Bir sahabi geceleyin namaz kılarken, bir hırsız geldi ve atının ipini çözerek götürdü. Bu durumu görmesine rağmen namazını bırakmadı. Biri ona
“Niçin hırsızı yakalamadınız? diye sorunca; “Benim meşgul olduğum şey o attan daha değerli idi” dedi.Hz. Ali’nin şu kıssası meşhurdur. Savaş esnasında kendisine bir ok isabet etse namazda iken çıkarılırdı. Bir defasında uyluğuna ok saplantı, etrafındakiler çıkarmaya uğraştılar, fakat çıkaramadılar. “Namaza durduğu vakit çıkaralım” diye aralarında meşvere yaptılar. O nafile bir namaza başladı. Secdeye gidince oku hızla çekip çıkardılar. Namazı bitirince etrafındaki topluluğa bakarak “Siz oku çıkarmak için mi geldiniz” buyurdu. Halk “Biz onu çıkardık bile” dediler.O “Benim haberim olmadı” dedi.
Müslim bin Yesar, namaz kılacağı zaman yanında bulunanlara “siz konuşabilirsiniz, ben sizin konuşmalarınızdan etkilenmem” derdi.Amir bin Abdullah namaza durduğu zaman ev halkının konuşmaları bir tarafa, davul sesini bile duymazdı. Biri ona: “Peki namazda herhangi bir şeyden haberiniz oluyor mu?” diye sorunca, “Evet bir gün Allah’ın huzurunda duracağımızın ve iki evden, yani cennet ve cehennemden birisine gideceğimizden haberim oluyor” derdi. O kimse, “Ben onu sormuyorum, bizim konuşmalarımızdan bir haberin oluyor mu?” deyince, “Sizin konuşmalarınızı duymaktansa, bana mızrakların saplanması daha iyidir.” buyurdu.
Hudu’ ve Huşu’ nasıl sağlanır?Hudu’ ve huşu’nun ne olduğunu öğrendikten sonra sıra,bunun nasıl sağlanabileceğini kavramaya geldi sanırım. Burada Psikoloji’de, “Bir ferdin, neyi gözleyeceğine dair bir seçme faaliyeti” olarak tanımlanan “Dikkat” konusu, ön plana çıkmaktadır. Dikkatin toparlanması, dağıtılmaması ve iyi kullanılması konularını iyi bilmek gerekmektedir. Durum bu merkezde olunca, namazda hudu’ ve huşu’ oluşturmak için dikkati dağıtan iç ve dış faktörleri uzaklaştırmak, dikkati celbeden iç ve dış amilleri de oluşturmak gerekecektir. Şöyle ki:
Önce amaçladığımız şeyi kesin olarak belirlememiz ve onu diğer şeylerden ayırıp ilk sıraya koymamız gerekecektir. Namaz vakti gelince yapacağımız en önemli görevimiz namaz olmalıdır. Diğer işlerimiz, ve ihtiyaçlarımız geri plana itilmelidir.
Fıtratı gereği insan, duyduğu, gördüğü, dokunduğu, kokladığı ve tattığı her şeye ilgi duyar ve akıl yürütür. Onlarla ilgili olumlu-olumsuz bir çok düşünce üretir. İnsan, namaz kılarken, dua ederken de duyduğu, gördüğü, dokunduğu, tattı ve kokladığı her şeyle ilgili düşünceler üretir. Onun için, dua ederken, namaz kılarken, bir şey duymamalı, dikkat çekici bir şey görmemelidir. Namaz kıldığı yer sakin ve sade olmalıdır. Özellikle kıble yönünde ve namaz kıldığı yerin zemininde renkli, motifli, desenli halılar, seccadeler, duvarlarda hat sanatları örneği yazılar, süslemeler, kilise çanı gibi dan dan vuran saatler bulunmamalıdır. Namaz kıldığı yer bir sanat galerisi niteliğinde olmamalıdır. Sakin bir yerde olup uzak ve yakından değişik seslerden, gürültüden, patırtıdan uzak durmalıdır. (Bu örnekleri çoğaltabiliriz.)
Müslümanlar evlerinin bir noktasını namaz için tahsis etmeli, bu mekanda sık sık değişiklik yapmamalıdır. Zira insan her gördüğü yeni şey için de fikir yürütecektir, zihni namaz kılarken Allah’tan başka şeylere yönlenecektir. Dolayısıyla dikkati dağılacak, hudu’ ve huşu’su bozulacaktır. Alıştığı, âşina olduğu eski şeyler dikkati fazla dağıtmaz.
Namaz için yapacağı ön hazırlık; abdest, kıbleye dönme, adaba uygun giyinme ve niyet gibi faktörler de bilinçli yapılırsa hudu’ ve huşu’nun teminine yardımcı olacaktır. (Dua ve Abdest bölümlerine göz atınız!)
Toplu, cemaat halinde namaz kılmaya gayret etmelidir. Birlik ve beraberlik içindeki hazırlık da hudu’ ve huşu’ oluşmasına yardım edecektir. Safta durmak insanın psikolojisini etkiler. Zira namaz safında, insanlar arasındaki zenginlik-fakirlik, şahlık-gedalık, alimlik-cahillik, gençlik-ihtiyarlık, dil, ırk, makam ve mevki farkları yok olur. Kral ile hizmetçi, beyaz ile zenci vs. bile omuz omuza gelir. Bunların hepsi hudu’ ve huşu’a neden olur.
Namaz kılınacağı zaman zihinsel birçok düşünce altında kalınacağı, onların hudu’ ve huşu’u bozacağı bilincinde olunmalıdır. Bu bilince sahip olanlar hazırlıklı olduklarından kolay kolay dikkatlerini dağıtmazlar.
Dikkatin dağılmaması için bir yol da şudur: Namazda okunan her kelimenin anlamını düşünmek gerekir. Sözcükler yavaş okunmalı ve sözcük ile anlamı aynı anda düşünülmelidir. Bir kelimenin anlamı zihinde canlanmadan diğer sözcüğe geçilmemelidir.
Namaz kılarken Rasülüllah efendimizin de önerdiği gibi göz secde edilen yere odaklanmalıdır. Çünkü duyularımız bir yere yoğunlaştığı zaman diğer duyularımız zayıflar dış alemden etkilenmez.En önemlisi de biz Allah’ı görmüyoruz ama o şüphesiz bizi görüyor. Biz de O’nu görüyormuşuzcasına, tam karşısında, önünde duruyormuşuzcasına namaz kılmalıyız, dua etmeliyiz.
Vesselam….!!!
Secdemde Öldür Beni ..! • No Comments
Yüzünü toprağa sür şimdi…! Evine dön. Sılana koş.
Subhane rabbiye’l -a’lâ. Sen varsın. Sen a’lâsın.
Eksiklikten uzaksın, noksanlıktan muallâsın, kusurdan mukaddessin.
Kusur bende. Benden yana eksiklik. Bende saklı acizlik. Bende bekler fakirlik.
Yalnız Sana muhtaç olma zenginliğimdir secdem.
Yalnız Sana kul olma şerefimdir secdem. Sultanlığımdır secdelerim.
Varlığımı huzurunda sıfırladığım andır.
Senin şah damarı yakınlığından kalbimin yakınlıklar emdiği andır,
Ruhumun muştular bulduğu demdir. Miracımın kab-ı kavseyni secde.
Beni aradan çıkardığım yerdir secde.
Dediğini yapıyorum, secde edip yaklaşıyorum. Sana yaklaşıyorum.
Tüm uzaklıkları uzaklara bırakıyorum.
Tüm aldanışları tuzaklarda bırakıyorum.
Yüzümde secdelerimin izini bırak ey Rabbim (c.c.).
Alnıma rahmetinin nefesini bırak ey Rabbim (c.c.).
Kalbime En Sevgili’nin (S.A.V.) aşkını bırak ey Rabbim (c.c.).
Secdemden dirilt beni.
Secdemde öldür beni.
Secdemde durut beni.
Secdemde doğrult beni.
(A m i n )
Dost Dediğin …! • 1 Comment
Regaib Nedir ? • 1 Comment
Regaib Nedir?
Regâib, arapça bir kelimedir ve “reğa-be” kökünden gelmektedir. “Reğa-be”, kelime olarak, herhangi bir şeyi istemek, arzulamak, ona karşı meyletmek ve onu elde etmek için çaba sarf etmek demektir. “Reğîb” kelimesi ise, “reğabe”‘den türemiş olan bir isimdir ve kendisine rağbet edilen, arzulanan, taleb edilen şey demektir. Müennesi, “reğîbe”dir. “Reğîbe”nin çoğulu da “reğâib” dir. Kelime olarak “Regâib”in aslı budur.
Receb’in ilk cuma gecesine Regaib gecesi denir. Bu geceye Regaib gecesi ismini melekler vermişlerdir. Her Cuma gecesi kıymetlidir. Bu iki kıymetli gece bir araya gelince, daha kıymetli oluyor. Allahü teâlâ, bu gecede, müminlere, ragibetler [ihsanlar, ikramlar] yapar. Bu geceye hürmet edenleri affeder. Bu gece yapılan dua kabul olur, namaz, oruç, sadaka gibi ibadetlere, sayısız sevaplar verilir. Regaib gecesini ibadetle geçirmeli, kazası olan, hiç değilse bir günlük kaza namazı kılmalı! Kazası olmayan da nafile namaz kılar, Kur’an-ı kerim okur, tesbih çeker, tövbe istiğfar eder. Perşembe günü oruç tutup, gecesini de ihya etmek çok sevaptır. Receb ayında oruç tutmak faziletlidir.
Peygamberimiz (a.s.m)’ ın Ramazan ayından sonra en çok oruç tuttuğu ay Receb ayıdır. Bu Receb ayında oruç tutmanın muazzam, muhteşem sevabları var.
Bir de bu ayda sevablar kulların defterlerinin sevab hanelerine, bol bol dökülmesi dolayısıyla da recebül esabb denmiştir. Yâni, sevabların bol bol, şarı şarıl, gürül gürül döküldüğü ay demek… Sabbe, Arapçada dökmek demek… Nehrin de böyle dağlardan çağlayarak şaldur şuldur akıp da döküldüğü yere münsab derler; o da aynı kökten… Receb-ül esabb; Allah’ın rahmetinin cûşa gelip, ikram ü ihsanâtının şarıl şarıl, güldür güldür kullara geldiği ay demektir.
Arifler ve din alimleri kitaplarında yazmışlar ki, bu ay ekim, ekme, ziraat ayıdır. Sevaplı işler, oruç tutmak, tevbe etmek vs. güzel şeyler yapılır. Bir mahsulün ekilmesi gibi ziraat, ekim ayıdır. Şa’ban bakım ayıdır. Ramazan biçim ayıdır, yâni mahsulün alındığı aydır demişler. Demek ki Receb ayı, bizi Ramazan ayına hazırlayan bir mevsimin ilk adımı olmuş oluyor.
Onun için, “Receb ayı tevbe ayıdır.” demişler. Yâni kul ne yapacak?.. “Yâ Rabbi! Ben anlayamamışım, hatâ etmişim, bilememişim, suçluyum, kusurluyum; beni affet…” diyerek hatâsını itiraf edip, hatâsından dönerek, Cenâb-ı Hakk’ın yoluna girecek.
Şa’ban ayı ibadetlere devam etme ayıdır. Ramazan da mükâfatlarını alma ayıdır. Böyle çeşitli kelimelerle bu ayların birbirleriyle irtibatlı olduğu beyan edilmiştir.
Regaib ile ilgili ayet-i Kerimeler:
Regâib kelimesi Kur’an’da geçmemektedir. Ancak “reğabe”den türemiş olan çeşitli kelimeler, Kur’ân’da sekiz yerde geçmekte ve “reğabe”nin ifâde ettiği mana için kullanılmaktadır .
Ayrıca, “Şüphesiz Allah’ın gökleri ve yeri yarattığı günkü yazısına göre ayların sayısı on ikidir. Bunlardan dördü haram aylardır. İşte bu, Allah’ın dosdoğru kanunudur. Öyleyse o aylarda kendinize zulmetmeyin.” (Tevbe Suresi, 36) Hz. Peygamber’in ( a.s.m ) ( aşağıda hadisler bölümünde bulunan) bir hadisinde, ayet-i kerimede işaret buyurulan haram ayların, Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Recep ayları olduğu vurgulanmaktadır: “
Receb Ayı ve Regaib Gecesi ile İlgili Hadis-i Şerifler:
• Allahü Teâlâ, Receb ayında oruç tutanları mağfiret eder. [Gunye]
• Receb-i şerifin bir gün başında, bir gün ortasında ve bir gün de sonunda oruç tutana, Receb’in hepsini tutmuş gibi sevap verilir. [Miftah-ül-cenne]
• Ramazan ayı dışında Allah rızası için bir gün oruç tutan, iyi bir yarış atının bir asırda alacağı mesafe kadar Cehennemden uzaklaşır.) [Ebu Yala]
• Şu beş gecede yapılan duâ geri çevrilmez. Regaib gecesi, Şabanın 15. gecesi, Cuma, Ramazan bayramı ve Kurban bayramı gecesi.) [İbn-i Asâkir]
• “Receb-i Şerîf’in birinci gününde oruç tutmak üç senelik, ikinci günü oruçlu olmak iki senelik ve yine üçüncü günü oruçlu bulunmak bir senelik küçük günahlara kefaret olur. Bunlardan sonra her günü bir aylık küçük günahların af ve mağfiretine vesile olur.” buyuruyorlar. (Camiu-s sağir)
• İbn-i Abbas -radiyallahu anh- Hazretleri: “Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Recep ayında bazen o kadar çok oruç tutardı ki, biz O’nu hiç iftar etmeyecek zannederdik. Bazen de o kadar çok iftar ederdi ki, biz O’nu hiç oruç tutmayacak zannederdik.” buyurmuştur. (Müslim)
• Muhakkak zaman, Allah’ın yarattığı günkü şekliyle akıp gitmektedir. Yıl on iki aydır. Bunlardan dördü haram aylardır. Ve üçü ard arda gelmektedir. Zilkade, Zilhicce, Muharrem bir de Cemaziye’l-âhirle Şaban ayları arasında gelen Mudar kabilesinin ayı Recep ayıdır.” (Buhârî, Tefsir, Sure, 8,9)
• “Recep ayı Allah’ın ayı, Şaban benim ayım, Ramazan da ümmetimin ayıdır.” (Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ, 1/423)
• Yine mübarek üç aylardan ilki olan Receb ayının önemi ve değeri hakkında Enes b. Malik ( r.a. )’dan şöyle rivayet edilir: Receb ayı girdiğinde Hz. Peygamber şöyle derdi: “Allahım! Recep ve Şaban’ı bize mübarek kıl ve bizi Ramazan’a ulaştır.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/259)
• Receb’in ilk cuma gecesini ihya edene, Allahü teâlâ, kabir azabı yapmaz. Duâlarını kabul eder. Yalnız, 7 kimsenin duasını kabul etmez: Faizci, Müslümanları aşağı gören, ana babasına eziyet eden, Müslüman olan ve dinin emirlerine uyan kocasını dinlemeyen kadın, çalgıcı, livata ve zina eden, beş vakit namazı kılmayan. [Bu günahlardan vazgeçmedikçe, duaları kabul olmaz.] [Saadet-i Ebediyye]
• Receb büyük bir aydır. Allah bu ayda hasenatı kat kat eder. Receb ayında bir gün oruç tutana, bir yıl oruç tutmuş gibi sevaba kavuşur. 7 gün oruç tutana, Cehennem kapıları kapanır. 8 gün oruç tutana Cennetin 8 kapısı açılır. On gün oruç tutana, Allah istediğini verir. 15 gün oruç tutana, bir münadi, “Geçmiş günahların affoldu” der. Receb ayında Allahü teâlâ Nuh aleyhisselamı gemiye bindirdi ve o da, Receb ayını oruçlu geçirdi. Yanındakilere de oruç tutmalarını emretti. [Taberânî]
• Kim Receb ayında, takva üzere bir gün oruç tutarsa, oruç tutulan günler dile gelip “Ya Rabbi onu mağfiret et” derler. [Ebû Muhammed]
• Hz. Aişe ( r.a ) validemiz, “Resûlullah, pazartesi ve perşembe günleri oruç tutmaya çok önem verirdi.” buyuruyor. Çünkü Hadis-i Şerifte, “Ameller Allahü teâlâya pazartesi ve perşembe günleri arz edilir. Ben de amelimin oruçlu iken arz edilmesini istiyorum.” buyururdu. (Tirmizî)
• Receb ayında yapılan dua kabul edilir, günahlar affedilir. Bu ayda günah işleyenin cezası da kat kat olur. Hz. Hüseyin ( r.a) anlatır:
“Kâbe’yi tavaf ederken, yanık sesle Allahü teâlâya dua eden bir kimsenin sesini işittik. Babam bunu çağırmamı emretti. Güzel yüzlü, temiz bir kimseydi. Ancak sağ tarafı felç olmuş, kurumuş, hareketsiz idi. Ona, “Sen kimsin, durumun ne böyle?” dedim. O kimse dedi ki:
“Adım Menazil… Ben çalgı çalmak, şarkı söylemekle şöhret salmış, Arabistan’ın ünlülerinden bir gençtim. Hep nefsin arzuları peşinde koştum. Receb ve Şaban aylarında bile, bu günahlara devam ederdim. Salih babam, beni bu günahlardan kurtarmaya çalıştı. Bana, “Allahü Teâlânın azabı şiddetlidir, bir anda kahredebilir. Kötü arkadaşlardan vazgeç, bu kötü işleri bırak! Melekler ve bu aylar senden şikâyet ediyorlar” dedi. Nasihate hiç tahammülüm yoktu. Babamın üzerine yürüyüp, döverek susturdum. Üzüntülü ve kırık kalble, “Bu aylarda oruç tutup, geceleri ibadet ediyorum. Beytullah’a gidip şerrinden korunmak için, Allahü teâlâdan yardım dileyeceğim” dedi. Bir hafta oruç tutup, Kâbe’ye giderek, “Ey Rabbim, mazlumların âhını yerde bırakmazsın. Bu ayda, bu mübarek yerlerde yapılan duaları red etmezsin. Hakkımı oğlumdan al, onu felç et!” diye dua etti. Henüz duası bitmeden sağ tarafım felç oldu. Beni gören, “Baba bedduasına uğramış kişi” derdi.”
Hz. Hüseyin, “Baban bu hâline ne dedi?” buyurdu. O genç, “Babamdan özür diledim. Onun da babalık şefkati galip gelerek beni bağışladı. Beddua ettiği yerde, bu sefer şifa bulmam için hayır dua etmek üzere deve ile gelirken, devenin ürkmesi ile babam düşüp öldü. Şimdi çaresizim.” diyor. Hz. Ali bu felçli gence dua ediyor, Receb’de yaptığı bu dua bereketiyle de Hak teâlâ ona şifa ihsan ediyor.
Mübarek Kandil Gecelerini Nasıl Değerlendirmeliyiz?
1. Kur’an-ı Kerim okuyarak,
2. Aile bireyleriyle birlikte günün mana ve ehemmiyeti hakkında sohbet ederek,
3. Allah rızası için namaz kılarak,
4. Hayatımızın geçmiş günleri ve yılları hakkında muhasebe yaparak,
5. Günahlarımızın bağışlanması için Allah’tan af dileyerek,
6. Sevgili Peygamberimize bol bol salât ve selâm okuyarak,
7. Dünya ve ahirete ait dileklerimiz için dua ederek,
8. Hastaları, yaşlıları ziyaret ederek; yoksulları, öksüz ve yetimleri sevindirerek,
9. Eş, dost ve yakınlarımızla tebrikleşerek,
10.Dargın ve küskünleri barıştırarak, değerlendirebiliriz
Regaib Gecesi Namazı Nasıl Kılınır?
Regâib Gecesi Namazı: Bu geceyi ibâdetle geçirmenin sevabı pek çoktur. Bu gecede kılınacak namaz 12 rek’attir. Bu namazın kılınışı şöyledir:
Her rek’atta fatihadan sonra üç kadir suresi ile 12 adette ihlas suresi okunur. Her iki rek’atta bir selam verilerek 12 rek’at tamamlanır. On ikinci rek’at kılınıp selam verildikten sonra yerinden kalkmadan yetmiş kere “ Allahumme salli ala Muhammedinin nebiyyil ummiyyi ve ala alihi” denilir. Sonra secdeye varılır. Secdede yetmiş kere “ subbuhun kuddusun Rabb-ul melaiketi verruhi” denir.
Sonra secdeden kalkılarak ettahiyyatta oturulur. Ve yetmiş kere “Rabbiğfir ve erham ve tecavez ta’lemü” dedikten sonra tekrar secde edilir. Secdede yetmiş kere “ subbuhun kuddusun Rabb-ul melaiketi verruhi” dedikten sonra, isteklerimizi alemlerin Rabbine arz edilir. ( İhya ulumuddin, Bedir yayınları, 1974, c:1, s:555)
Regaib Kandiliniz, Mübarek Olsun …! • 1 Comment
Kimiz Biz ….? Temmuz 18, 2007 • 2 Comments
Kimi meydan okur yaşama…!!!
Kimi;suçsuz yere şeytan ruhlulara boyun eğer
Kimi; açtır, okşansada başı anlamaz hiçbirşeyi…!!!
Kimi; ecelini göz göre göre yaşar….!!!
Kimi; dayanamaz yokluğa, misyonere bırakır ellerini…!!!
Kimi; müslümalığı uğruna ölür……!!!
Kimi; müslümanlığını mekansız yaşar…!!!
Kimi; yüreğine taş bassada iflah olmaz…!!!
Kimi hayatından geçer, savunduğundan geçmez…!!!
Kimi; daha kaderi bile yazılmadan şeref….lere boyun bükmüştür…!!!
Kimi; ayrıdır dünyadan, göremez ki hiçbir şeyi, ama merhametini kaybetmemiştir…!!!!!!
Kimi; ümidini yitirmiştir, isyanı vardır kadere….!!
………
Kimine göre; yalandır dünya, kimine göre fani….!!
Yitik şehrin, sonsuz dünyanın, kaybolan geçmişin, hüzünlü günlerin, bomba seslerinin altında kılınan namazın, nefes almanın,
BUNLARI YAŞAMAMIZIN TEK BİR SEBEBİ VAR….
SEN’SİN YA RABBİM (c.c.).
EY KİMSESİZLERİN KİMSESİ…
EY HERŞEYİN SAHİBİ…
SANA SIĞINDIK, KOVMA N’OLUR BİZİ KAPINDAN…. !
(A M İ N)
Fütüvvet Nedir..? • No Comments
Fütüvvet, ülfet etmek, kaynaşmak ve cömertliktir.
Fütüvvet, dostları ve komşuları gözetmektir.
Fütüvvet, kendisinden önce arkadaşlarına acımaktır.
Fütüvvet, malında, dostlarının kendi malları gibi tasarruf etmelerine müsaade etmektir.
Fütüvvet, misafiri ve ziyafet vermeyi sevmektir.
Fütüvvet, doğru olmak, gözü tok gönlü geniş olmaktır.
Fütüvvet, doğru sözlü olmak, emaneti ödemektir.
Fütüvvet, garipleri sevmek ve onların hakkını yerine getirmektir.
Fütüvvet, sâlihlerin elbisesine bürünmeden önce içini düzeltmektir.
Fütüvvet, yaptığı işten karşılık beklememektir.
Fütüvvet, tövbeye sarılmak, sağlam bir irade ile tövbe ettiği şeye bir daha dönmemeye karar vermektir.
Fütüvvet, Allah‘ın rızık hakkında verdiği garantiye güvenmektir.
Fütüvvet, nefsini hesaba çekmek, ömrünü Allah‘a isyanla yitirdiğine esef etmektir.
Fütüvvet, uzuvları korumak, onları amacında kullanarak kalbi düzeltmeye çalışmaktır.
Fütüvvet, gücü yeterken affetmektir. Başkasının kusurlarını bırakıp kendi kusurlarıyla meşgul olmaktır.
Fütüvvet, halka güzel zan beslemek, onlara saygıyı muhafaza etmektir.
Fütüvvet, şefkatli olmak, kardeşini nefsine tercih etmektir.
Fütüvvet, belâ gelince şikâyet etmemek, gönül hoşlu-ğuyla karşılamaktır.
Fütüvvet, iyilerle sohbet edip şerlilerle sohbet etmekten kaçınmaktır. Bütün bunlar ve benzeri, fütüvvet yollarından ve huylarındandır.
Kuşeyrî‘ye göre fütüvvetin aslı, bir kulun sürekli (Allah için) başkasının işinde koşmasıdır. (Kuşeyrî, Risale, s. 226)
Nasrâbâdî‘ye göre fütüvvet, dünya ve âhiretten yüz çevirmek (gönlü Allah rızâsına bağlayıp) dünya ve âhiret nimetlerine tenezzül etmemektir. (Kuşeyrî, Risale, s. 227)
Sülemî fütüvveti, “Hz. Âdem gibi özür dilemek, Hz. Nuh gibi iyi, Hz. İbrahim gibi vefalı, Hz. İsmail gibi dürüst, Hz. Musa gibi ihlâslı, Hz. Eyyûb gibi sabırlı, Hz. Davud gibi cömert, Hz. Muhammed gibi merhametli, Hz. Ebû Bekir gibi hamiyetli, Hz. Ömer gibi adaletli, Hz. Osman gibi hayâlı, Hz. Ali gibi bilgili olmaktır“ şeklinde tarif etmiştir.
Ebû Abdullah es-Sincârî hazretlerine fütüvvetin ne olduğu sorulunca şöyle demiştir:
“Halkın noksanlarını hoş görmek ve kendi kusurlarını da bilmektir. İyi olsun kötü olsun bütün insanlara şefkat etmektir. Fütüvvetin kemali de halkın seni Hak‘tan mahcup etmemesidir.“ (Abdurrahman-ı Câmî, Nefehât, s. 178.)
Fudayl b. İyâz da (k.s) şöyle der: “Fütüvvet (asıl yiğitlik) kardeşlerinin hatalarını her zaman affetmektir.“ (Sühreverdî, Avârifü‘l-Maârif, s. 254; Kuşeyrî, Risale, s. 226; Gazâlî, ihya, 2/964; Bursevî, Rûhu‘l-Beyân, 4/485; Muhammed Hânî, el-Behcetü‘s-Seniyye, s. 30.)
Ebû Bekir el-Verrâk (k.s) demiştir ki: “Feta (yiğit insan), hiçbir hasmı olmayan (kendisine haksızlık eden herkesi hoş görüp bağışlayan) kimsedir.“ (Kuşeyrî, Risale, s. 226.)
Sehl‘e göre fütüvvet, sünnete uymaktır. (Kuşeyrî, Risale, s. 227)
Ruveym b. Ahmed (k.s) şöyle demiş: “Fütüvvet, din kardeşlerinden gördüğün eziyetlere karşı af ile muamele etmendir. Hatta onlarla öyle konuşmalısın ki onlar senden özür dilesinler.“ (Sülemî, Tabakatü‘s-Sûfiyye, s. 183; Abdurrahman-ı Câmî, Nefehât, s. 161.)
Cüneyd-i Bağdâdî‘ye fütüvvetin ne olduğu sorulunca,
“Fütüvvet, hiçbir fakirden nefret etmemen, hiçbir zengine de halini arzetmemendir“ demiştir. (Kuşeyrî, Risale, s. 227)
Cüneyd bir başka defasında fütüvveti, “Eziyeti kaldırmak, başkalarından bir şey beklememek ve şikâyeti ter-ketmek“ diye tanımlamıştır. (Kuşeyrî, Risale, s. 227)
Muhâsibî‘ye göre fütüvvet, başkalarına insaf ettiğin halde onlardan insaf beklememen; başkalarına bağışta bulunman, fakat başkalarından bağış beklememendir. Vermen, fakat almamandır. (Kuşeyrî, Risale, s. 227)
Şiblî fütüvveti şöyle tanımlar: “Fütüvvet, muhabbet anında sadakat, düşmanlık anında yumuşaklık (rıfk), kıtlık ve azlık anında elindekini bölüşmektir.“
Ebû Abdullah es-Sizcî‘ye sordular:
“Neden sûfîler gibi hırka giymiyorsun?“ Dedi ki:
“Hırka giymek ancak fütüvvet ehli, yiğit kişilere yaraşır. Fütüvvet ehlinden olmayanın böyle şeyler giymesi, nifak alâmetidir. Fütüvvet yükünün altına girmeden onların damgasını taşımak yakışmaz.“
“Peki, öyleyse fütüvvet nedir?“ diye sordular:
“Fütüvvet, insanları mazur kendini kusurlu görmek. Başkalarını tam, kendini noksan, insanların iyisine kötüsüne, topyekün halka şefkat ve merhamet nazarıyla bakmak. Fütüvvetin en yüksek derecesi ise halkın seni Hak‘tan alıkoymaması, Hak ile arana perde olmamasıdır“ diye cevap verdi.“ (Sülemî, Tabakatü‘s-Sûfiyye, s. 255)
Muhammed b. Fazl‘e sordular: “Fütüvvet nedir?“ Şu karşılığı verdi:
“Fütüvvet, Allah‘ın emirlerine uyarak iç dünyasını, güzel huy ve iyi geçimle dış dünyasını koruyabilen insanların sıfatıdır. (Sülemî, Tabakatü‘s-Sûfiyye, s. 216)
İmam Ali fütüvvet beş şeyle olur demiştir:
1. Varlık sırasında tevazu göstermek.
2. Cezalandırmaya gücü yettiği halde bağışlamak.
3. Az da olsa elindekinden vermek.
4. Karşılık beklemeden vermek.
5. Herkese nasihat etmek.